“Herkeste bir yürek var; fakirde de zenginde de!”

Bu cümle, “Emma” filmini izlerken dökülüverdi dudakla­rımdan ve not ettim.

Jane Austen’in aynı isimli klasik romanından uyarlanan ve 19. yüzyıl İngiltere’sinde geçen filmde Emma karakterini Gwyneth Paltrow canlandırıyor. Su gibi bir kız ve bence çok iyi bir oyuncu. O iri gözleriyle aşkı ne de güzel veriyor seyirciye.

Film izlemeyi çok severim ancak benim için sahicilik çok önemli. Özellikle dönem filmlerinde ayrıntılar hemen gö­züme çarpar; mekanlar ve giysiler dikkatimi çeker. Ufak tefek kusurlar elbet de oluyor. Fakat bizim tarihi dönemi anlatan eski Türk filmlerinde olduğu gibi arkadan da otomobil geç­memeli değil mi?

Emma da saraylarda geziyor, muhteşem giysiler giyiyor. Hizmetçi kız gibi o da aşık, onda da bir tane yürek var kuş gibi atan.

Eskiden soylular ve avam vardı yani halk! Soyluların da kendi içinde kademeleri vardı. Soylu ile avam arasındaki fark ise keskin ve net çizgilerle belli oluyordu; kıyafetler, evler, uşaklar, atlar, arabalar, hizmetçiler ve de bütün bunların etkisiyle oluşan davranış biçimleri.

Şimdi de var mı? Yoksa bitti mi?

Her dilde farklı bir biçem olduğunu düşünüyo­rum. “Ben eğitimliyim, zenginim ve sana göre de soyluyum” işareti veren ve de geçmişten günümüze devam eden bir konuşma biçemi.

Bizden örnek alırsak; eğitimli biri “gelcem, gitçem” demez, “geleceğim, gideceğim” der! “Sen” demez, ki­bardır “siz” der. Bir de sesini tonlar; ince, kibar bir ton­lamayla ağzının ön kısmıyla konuşur. Gırtlaktan konuşmak kırsallıktır çünkü, köylülüktür.

Cem Yılmaz son sahne gösterisinde bu biçimde konuşanları çok iyi makaraya alıyor. Bayılıyorum... Onun diline doladığı şey ise aslında kibarlık değil. Sonradan görmelikle oluşan ağız ve davranış özelliği. Bu durumdan komedi çıkar mı? Çıkar. Hem de onun gibi zeki biri için bolca çıkar. Peki Cem Yılmaz gerçek bir beyefendiyi diline dolar mı? Dolayabilir. Malzeme verirse elbette kullanır ancak daha zor­dur.

Komedi tezattan çıkıyor. Birinin “çok zenginim, daha zen­ginim, en zenginim” mesajı vermek için budalalık etmesi başlı başına komiktir zaten ya da kültürlü olduğunu gös­terme çabasıdır. Parasal veya kültürel yönden gerçekten zen­gin olan biri ise bu çabada olmaz doğrusu. Hatta örtmek için ayrıca çaba harcar.

Aşkta zenginlik ise ne kişiye ne de paraya pula bakıyor.

O bir tane yüreğe bakıyor; aşkla atan o bir tane yüreğe…

“Gerçek bir aşkta yalan dolan yok. Gerçek olmayan aşığın gözünde de ışık yok.”

Nazım Hikmet ne demiş o muhteşem şiirinde:

TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir se­rumu

ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Volkan Konak da bu şiiri çok güzel okur müzik eşliğinde.

Duyar gibiyim sabahın kör karanlığında Volkan Konak’ın sesini:

“Yani yürekte gülüm yürekte…”

Aşk ne güzel değil mi?

Gözünüzdeki ışığı gördüm.

Siz de benimkinde gördünüz mü?