Ülkemizin geleceği için ne kadar olumlu düşünüyorsak kısa vadede o kadar kötümseriz. Olumlu beklentimizin temeli insanımız, vatanımızın potansiyeline ve hatalı kararlarımızdan ders alacağımız inancına dayanmaktadır.
Bu topraklar potansiyeline hiç yaklaşamadı, bunun sorumlusu toplum olarak biziz. Birlikte huzur içerisinde yaşama koşullarını gerçekleştirememiz ve bilime sırt dönmemiz nedeniyle hak ettiğimiz hayat standartlarını yakalamadık. Sorunun çözümü için gerçeklerin kabul edilmesi gerekmektedir.
Kendi kendimize propaganda yaparak avunuyoruz ve kafamızda yarattığımız bir düşman figürüyle içe kapanıyoruz. Çok yapacak işimiz, eksiğimiz var. Çalışmaktan başka alternatifimiz yok.
Hal böyleyken kamu anlamsız harcamalar yapıyor, özel sektör para kazanmak için işin kolayına kaçıyor. Bu şartlarda bulunduğumuz düzey iyi bile.
Türkiye’nin demokrasi, hukuk ve eğitim alanında radikal adımlar atması gerekmektedir.
Bugün kamu maliyesi uzmanları Türkiye’de 5,5 milyon memura karşılık 4,5 milyon vergi mükellefinin olduğunu ifade etmektedir. 5,5 milyon memurun verimliliği bir yana, 4,5 milyon vergi mükellefinin ne kadarının vergi ödediği bir soru işaretidir. Durum sürdürülebilir değildir.
Diğer taraftan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD ) yeni açıkladığı bir istatistik bizi endişeye sevk eder düzeydedir.
OECD, ülkelerin 18-25 yaş grubuna ait toplam nüfusunun, ne kadarının okul ve iş yaşamı dışında kaldığını raporlamış. Türkiye, yüzde 25’le dünyanın lideri konumunda. Bir başka deyişle Türkiye’de 18-25 yaşındaki gençlerin yüzde 25’i aylak sokakta dolaşıyor. Kaybımıza bakar mısınız? Bu gençler umutsuz, her gün hayattan ümitlerini kesmiş vaziyette hayatla mücadele etmektedir.
Dediğimiz gibi uzun vadede ümitvarız ancak kısa vadede radikal bir değişim şarttır.
Demokrasi ve hukukun hakim olduğu, bilimin öne çıkarıldığı bir toplumda ülke kaynakları daha iyi harcanacak ve insani kalkınmanın gerçekleşmesiyle dilediğimiz refaha kavuşacağız.