Geçmişte bu satırlarda Avukatlar Günü’nün tarihi ve anlamına dair pek çok makale yazdım.

Bir kez daha vurgulamak isterim ki, avukatlar esasen hakkın, hukukun ve özgürlüklerin savunucusudur. Bir dava dosyasının, haklarınızı içeren sözleşmelerin, karakollarda, cezaevlerinde, duruşma salonlarında verilen hak mücadeleleri, arkasında yatan emek, geceli gündüzlü çalışmanın, sabrın ve çoğu zaman görünmeyen fedakârlıkların ürünüdür. Avukatlık, sadece bir meslek değil; adalete olan inancın, hak arama mücadelesinin bir ifadesidir.

Bu anlamlı günde, hukukun üstünlüğü için gece gündüz demeden çalışan, kimi zaman haksız eleştirilerle yıpratılan ama yine de adaletten sapmayan tüm avukatlarımızın Avukatlar Günü’nü yürekten kutluyorum.

Eski makalelere göz attığımda mesleki sorunların büyüyerek çoğaldığı, ülkenin adaletle imtihanında karnemizin çok daha zayıf olduğunu sanırım farkında olanlarımız çok daha fazla müşahede ediyordur.

Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyet seviyesinde kabul görmüş hak, hukuk, adalet kavram ve kurallarına uygulamalarda zaman zaman düşürülen derin gölgeler, her sıradan vatandaş gibi hukukçu olarak bizleri zaman zaman yoruyor, üzüyor, enerjimizi alıyor.

Kısa tarihimizde Menderes yargılamalarında, FETÖ paralel terör örgütünün adalet mekanizmasını neredeyse ele geçirdiği dönemlerde, askeri vesayetin hakim olduğu dönemlerde hak, hukuk, adalet adına pek çok sıkıntılı dönemlerin acı sonuç ve tecrübelerini yaşadık ama sanırım ulusça pek ders almadık. Memleketimiz her alanda iki adım ilerlemeye çalışırken, kendimize sapladığımız hançerlerle bir adım geriye gidiyoruz hayır olsun.

Adaleti sadece hukukçuların alanı gibi gördük, oysa bu alanın temizliği ve mükemmeliyetinin sorumluluğu hepimizindi, belki yeni farkına vardık.

Felsefi, siyasi, varoluş anlamda elbette ense hiçbir zaman karartılmayacak.  Siyasi gündemden bağımsız, her dakika ve her yerde, hukuk, adalet, hak, vicdan, bilim, akıl, sanat, yani insanı insan yapan hak ve değerler mücadelesi son nefese kadar verilecek. Bu sorumluluk salt mesleki değil Cumhuriyet ve demokratik insan hakları kazanımının korunması adına tüm vatandaşların kurum ve kuruluşların sorumluluğu.   

Neden hak, hukuk, adalet; hatta neden vicdan, akıl, bilim, mücadelesi?

Basitçe; temel haklar, yani başta özgürlüklerden bir kaçı, mesela medeni suç ve ceza kuramlarına aykırı olarak keyfi biçimde kodeste, hapiste olunmaması, hak ve özgürlüklerin keyfi biçimde elden alınmaması, kodeste beklenirken hakkınızda keyfi biçimde hakkınızda dava açılmayarak duruşma-yargı önüne çıkamama. Bir tür işkence gibi bu şekilde kâbus yaratma, bu tür ve benzeri yüzlerce hukuk dışı onur kırıcı ve keyfi uygulamalar ancak hak, hukuk, adaletten yoksun iklimlerde mümkün. Yine tüm dünyada akıldan, bilimden, vicdandan sapmalarla hangi ekonomik sosyal seviyeler yakalanabilmiş?  Haklar temelinde hangi onurlu yaşam düzeyi ve düzeni sağlanabilmiş? 

Çalışma, üretme özgürlüğü; İşiniz gücünüzden kadın olduğunuz için, şu memleketli olduğunuz için, derinizin rengi, diliniz, mezhebiniz, ırkınız şu olduğu için işinizden edilmenizi, salt bir başka hayat görüşüne, fikre ya da topluluğa dahil olduğunuz için şirketinizin, atölyenizin, fabrikanızın elden gittiğini? Seyahat özgürlüğü, yurt dışına çıkışınızın yasaklanması ya da ev hapsinde sevdiklerinizle ayrı düşme, dostlarınızla kelam edememe.

En önemli vazgeçilmezi ve değerlisi, ifade özgürlüğü.  Demokrasinin, hak hukuk ve insani değerlerin olmazsa olmazı. Korku ikliminden yaşanan olumsuzluklara ciddi ve çarpıcı bir şekilde karşılık verememe, fikir üretememe, itiraz edememe iklimi, ürettiğinde, ettiğinde keyfi biçimde kodese atılma, işinden gücünden edilme, çeşitli şekillerde baskı görme olasılıkları, ateşe atılma riskleri.

Hak ve özgürlükleri baskılamanın sonuçları korkunç. Muasır medeniyetin ürünü karakterli, eğitimli, ekonomik sosyal olarak gelişmiş, fikri hür vicdani hür bireyler ve toplum yaratma ülküsü bir tarafa; tepkisiz, üretimsiz, sadece hizmet için yönetime seçilenlerin “marabası” oy deposu yerine konan çaresiz ve 21. yüzyılın kölesi olmaya aday insanlar topluluğunun üyesi yerine konma.  

Devletlerin, sistemlerin ekonomik, sosyal, hatta siyasi çöküşlerin temelinde binlerce yıllık tarihten bugüne hep hak, hukuk, adalet sahasındaki çürümeler yer almadı mı?  

Ve elbette ne Ahmet için ne de Mehmet için; Türkiye için, hepimiz için.  İşte bunun için her yerde ve her zaman daha gür sesle. Hak, hukuk, adalet. Hatta daha fazla akıl, vicdan ve bilimsel düşünce. Memleketimiz, insanımız, doğamız, sahip olduğumuz herşeyimiz  için adalet. Bir gün hepimizin – birimizin ihtiyacını ve değerini çok daha iyi anlayacağı haklar ve özgürlüklere dahası sadece kendimiz için değil başkalarının da temel hakları ve özgürlüklerine mutlak sahip çıkalım.

Anayasamızda, kanunlarımızda, mevzuatımızda yazması yetmez; hayata geçirmedikten sonra, birey, sivil toplum, özgür basın, kurumlar olarak hepimiz tarafından üzerine titremeli.

Elbette ki şiddetten ari, vatan millet düşmanlarının ağlarına tuzaklarına düşmeden, vatanseverlik duygularıyla, ifade özgürlüğü çerçevesinde, hukuk temelinde, başkalarının hak ve özgürlüklerine de mutlak saygı ölçütünde, samimiyet için her hangi bir ideoloji, siyasi düşünce ve kişiden bağımsız.  

Ve insan onuruna yaraşır şekilde.

Bu 5 Nisan’da da dileğimiz  daha fazla “HAK HUKUK ve ADALET“.

Saygılarımla.