Alman şehri Stuttgart’tın tam merkezinde, büyük bir yeşil alanın tam ortasında, önünde en az on bin metrekare suni göleti, ko­caman asırlık ağaçlar arasında ve gezi parkı içinde opera ve tiyatro binası var.

Her Stuttgart’a gittiğimde bu taş ve tarihi bi­nalar ilginç mimarisi ile dikkatimi çeker.

Göletin içerisinde yaz kış ördekler, kuğular, pe­likanlar ve parkın etrafında koşu, bisiklet ve seyir yolları var.

Düşünün aynı mekan, ağaç, bina ve hiç değiş­meyen bir şehir hafızası, tıpkı zaman tünelinin içinde gibisiniz.

Ne zaman gitsem bu şehre, ama gezerken ama fuara giderken nerede ise her gün o bina­nın önünden, arkasından geçerim.

Ama bilemezdim ki o kültür kompleksinin bütün elektrik, sahne düzeni, ışık sistemi ve tek­nik bakımını bir Türk mühendis yürüttüğünü hem de Bursa’dan, çok yakından tanıdığım arka­daşlarımın akrabaları olduğunu.

Almanya’da fuarlara veya iş için gittiğimizde bizlere yardımcı olan ve şehrin yabancılığını biz­lere çektirmeyen Türk dostlarımız her zaman vardır.

Operadan çok anlamamama rağmen seyret­mekten çok büyük zevk aldığım söylemeliyim. Operayı ilk Moskova’da seyrettim, dil bilme­meme karşın çok zevk almıştım.

Stuttgart’ta ise Mustafa Ağaçdoğrayan ve eş­leri Rana Ağaçdoğrayan ile birlikte hem opera hem de tiyatronun alt yapısını gezme fırsatım oldu.

Belki de böyle bir gezi profesyonel tiyatrocu­lara bile nasip olmaz diye düşünüyorum çünkü Mustafa bey sayesinde bütün kapılar ardına kadar açıldı. Bu inceleme benim için büyük bir şans ve paylaşmamak ise büyük eksiklik olur diye düşünüyorum.

Stuttgart opera ve tiyatro binaları dünya ça­pında meşhur ve Almanya’nın en büyük opera binalarından biri.

Sadece tiyatro ve opera değil, sanatın her tü­rünü ve geleneksel kültürü içinde barındıran ve koruyan bir bilim dalı diye düşünüyordum.

Şu anda bu komplekste bin kişi çalışıyormuş ve Teknik Müdür Mustafa Bey bünyesinde otuz kişilik bir kadro olduğunu söylüyor.

Sergilenen her oyunun sahnesi özel aparatlar ile bir konteynerin içerisine yerleştiriliyor ve şehir dışında bulunan büyük bir lojistik depoya götü­rülüyor.

Bende anlatacağım bu serüveni baştan sona gezerek yaşıyorum,

Lojistik tiyatro depolarında, oynanan oyunla­rın dekorları otomatik raf sistemleri ile stok edili­yor belki on belki de 50 yıl sonra oyun yeniden sahneye konulacak ise tekrar konteynırdan çı­kartılıyor.

Lojistik kompleks içerisinde terzihaneler yeni oynanacak oyunlara kostümler dikiyorlar, hey­keltıraşlar heykelleri, ressamlar tabloları, mobil­yacılar ise koltuğundan kapısına varıncaya kadar bütün sahne dekorlarını yapıyorlar.

Bu bölümlerde katlı binalar içerisinde şimdiye kadar oynanmış oyunların dekorları teker teker saklanıyor.

Örneğin Dünyada ne kadar din görevlisi varsa hepsinin elbiseleri, Almanya’da kronolojik sıraya göre askerlerin ve subayların giyindiği elbiseler­den tutunuz da eski çağlara kadar kullanılan kostümler var.

Dünyada ilk çıkan radyo veya televizyon, tele­fonunun günümüze kadar olan her türlü model­leri, ya da şapka modelleri ilk çağlardan günümüze kadar ne ararsan var.

Her türlü telli, üflemeli müzik aletleri mevcut hatta Türk sazı bile var.

Lojistik alanın her bölümünde çalışan insanlar, müthiş bir depolama sistemi, her şey derli toplu ve büyüt bir titizlik ve disiplin içerisinde.

Aynı zamanda heykel, resim, müzik, gelenek­sel el işleri, modern sanatlar, plastik sanatlar vel­hasıl üretkenlik bir arada yürüyor.

Gezdiğimde yeni tiyatro sahnesi düzenleni­yordu ve sahne düzeni ve ışık sisteminin bilgisa­yarlar ile nasıl yapıldıklarını anlatmama inanın teknik bilgim yeterli değil.

Yeni oyunun sahnesinin tavanında bildiğimiz sapı ve orijinal hali ile 3 bin tane balta asılmış ve her bir balta özel bir teknik ile hareket ettiriliyor, konu ne ise bilemiyorum ama uygulanan teknik ve ayrıntı açısından çok önemli ve her oyundan önce şehrin itfaiyesi ve iş güvenliği birimleri kontrole gelip onay veriyorlarmış. Almanya’nın her yerinde olduğu gibi orada da hiçbir şey şansa bırakılmamış.

Geçtiğimiz yıl fırtınadan çatısı uçan opera bi­nası ve kompleksi restorasyon çalışmaları ve yeni teknolojileri ilave için bir milyar euroluk bütçe harcanarak yenilenecekmiş.

Uçan bakır çatı ise opera binasının önünde, göletin içerisine alınmış. Adeta küçük bir dağı andıran bir heykel görünümünde ve özellikle korunuyor, gelen turistler ise önünde resim çek­tiriyor, bu da farklı bir anlayış.

Almanya’da üniversite okuyan ve mühendis olan M. Ağaçdoğrayan “ilk başlarda konuyu an­layamadım, bir süre çalışıp ayrılırım diye düşü­nüyordum fakat görev ile bütünleştim” diyor.

Bütün bu gezi ve incelemelerden sonra defa­larca önünden, yanından geçtiğim opera bina­sında hem de özel locadan opera seyredeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi.

İşte tiyatro deyip geçiyoruz oysa her açıdan üretkenliği içinde barındırıyor ve sanat toplum­ları olgunlaştırıyor. Sanatsız toplumların hayat damarlarından biri kopuk sözü burada ne demek olduğunu daha iyi anlatıyor.

Saygılarımla…