Onca yıl mal ihracatı yaptığımız, fuarlarına katıldığımız, bir anlamda ekmeğini yediğimiz ve çok merak ettiğim Azerbaycan’a bugüne kadar hiç gitmemiştim.

Geçtiğimiz hafta benim gibi orayı çok merak eden iki arkadaşımla birlikte, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye uçtuk.

Kendi dilimizin konuşulduğu kardeşlerimiz, canlarımızın ülkesi ve merhum Süleyman Demirel’in o kendi üslubu ile söylediği “İki devlet, bir millet” sözü kulaklarımda çınlıyor.

Resimli nüfus kimliği ile de seyahat edilebilinen, gerçekten de kardeş ülke Azerbaycan’da hiçbir ülkede görmediğimiz yakınlığı görme fırsatını yaşadık.

Bakü, Kafkasya ülkelerinin en büyük ticaret ve sanayi başkenti olmasının yanında aynı zamanda son yıllarda devlet stratejisi olarak turizm ülkesi olma yönünde de elinden gelen her türlü yatırım yapmayı ilke edinmiş sanat, edebiyat, spor, tiyatro ve sanat alanında gerekli alt yapı konusunda hiçbir şeyi esirgememiş.

Azerbaycan, özellikle orta çağ döneminde İslam mimarisine öncülük etmiş ve kendine özgü cami, medrese ve minare yapıtlarında örnek alınmış.

Bakü ise özellikle 19.yüzyılda modern yapılaşmaya geçmiş ve Sovyet döneminde devlet binaları, okullar, tiyatrolar ve büyük gösteri salonları inşa edilmiş bugünkü görüntüsü ile tam bir Avrupa mimarisi görünümüne kavuşmuş. Açık gri taş binaları, geniş ve ağaçlandırılmış caddeleri ile şehri gezerken huzur buluyorsunuz.

Özellikle de son yirmi yılda eski mimarisine sadık kalarak ve şehrin silüetini de bozmadan modern yapılaşmayı birbiri ile kaynaştırmayı başararak müthiş güzel bir şehir ortaya çıkarmış.

Çarşılar, pazarlar canlı, insanlar güler yüzlü ve yürürken kimse kimsenin suratına bön bön bakmıyor.

Gezdiren rehber arkadaşımız Rifah, “Burada hiç kavga olmaz, gürültü olmaz. Eğlenmeyi, yemeyi, içmeyi severiz ve dünya ile entegre olmayı severiz. Politikayı ve siyaset konuşulmasını da hiç sevmeyiz” diyor!

“Birçok milli ve dini bayramın yanında Yelda denilen en uzun gecemiz ve nevruzumuz da vardır, ayrıca anneler gününü, sevgililer gününü veya bahar bayramlarını coşku ile kutlarız” diyor.

Sokaklarda gezerken olsun, müzeleri gezerken olsun insanlar çok yakın ilgi gösteriyorlar ve gururlanıyoruz.

Marketlere dalıyoruz, her şey Türkçe ve bol miktarda Türk markası. Fiyatlar ise bizden çok daha ucuz, üzülelim mi sevinelim mi bilemiyoruz.

Kısa süren ve tadı damağımızda kalan, bu gerçekten kardeş ülkede geçirdiğimiz süre içerisinde çoğu zaman yabancı ülkede olduğumuzu unutarak Türkiye’deymiş gibi hissediyoruz kendimizi.

Üç arkadaş kendi aramızda konuşup, bu kardeş ve can ülkeye gelmekte geç kalmışız, tekrar tekrar gelmeye, diğer şehirlerini, çok merak edilen kırsal kentlerini ve tarım alanlarını gezmeye de söz veriyoruz.

Hoşça kal can Azerbaycan, geç kaldığımız için bizi bağışla diyoruz.