Geçtiğimiz hafta kaleme aldığımız “Doğal döngü” yazımızda 2021 yılının son çeyreğinden itibaren yapılan ancak kimsenin anlam veremediği uygulamalarla bankaların sermayelendirildiği ve bu adımın gelecekte başlayacak refah döngüsünün ilk adımı olduğunu ifade etmiştik.
Bu adımın bir gerek olduğunu ancak yeter şart olmadığını, sonrasında yapısal sorunların çözülmesinin bir gereklilik olduğundan bahis etmiştik.
Yapısal sorunlar yıllardır ülkemizin gündeminde tartışılmaktadır. Her kriz sonrasında bazı yapısal sorunlara el atılır ve bu adımın rüzgarıyla beklentiler değişir. 2001 -2002 arasında Türkiye çok önemli yapısal düzenlemeler gerçekleştirmişti, bir başka deyişle acı ilacı içmişti. Görünen bir yıl içerisinde yeniden benzer bir yapısal iyileşme sürecine gireceğimizdir.
Bu noktada sadece kamuda gerçekleşecek yapısal dönüşümün bu sefer kafi gelmeyeceğini söylemek durumundayız. Küresel ticarette yaşanan rekabet ortamı göz önüne alındığında ülke sanayi yapımızda sert değişimler olması gerektiği görülmektedir.
Son bir yıl içerisinde işçiliğe gelen maliyet artışları verimlilik noktasında sanayicileri bir şeyler yapmaya zorlamaktadır. Yoksa, siyasi stabilitenin sağlanması ve yapısal iyileşme döneminde TL’nin değerlenmeye başlamasıyla rekabet gücü ortadan kalkacaktır.
Vakit kaybetmeden, her sektöre ait stratejik planların tüm bileşenlerin katkısıyla oluşturulması gerekmektedir. Enerji, ulaştırma projelerinin irdelenmesi bu noktada toplumun kayıplarının geri kazanılması bir olmazsa olmaz olarak karşımıza çıkmaktadır. Ham madde temini noktasında kamu ve özel sektörün bir plan oluşturması bir ihtiyaçtır. Nereden ne sağladığımızı ortaya koyarak alternatiflerinin oluşmasında devletin özel sektöre yardım ve rehberlik etmesi bu planın önemli bir adımı olacaktır.
Önemli bir problemin de insan kaynağı noktasında oluştuğunu söylemeliyiz. Bugün ülkemiz yetişmiş insan kaynağını yurt dışına kaptırmaktadır. Her geçen gün daha fazla iş bilen, eğitimli insanımız daha iyi şartlarda, daha iyi işler yapabilmek maksadıyla vatan toprağından ayrı düşmektedir. Bu haliyle Türkiye okulları ve kurumlarıyla gelişmiş toplumlara eleman hazırlayan bir duruma gelmiştir. Hızlı bir şekilde bu kan kaybının önüne geçilmelidir.
Sadece bankalara para koyarak ekonomik gelişme sağlanamaz. Kamu her alanda kemer sıkmayı da içeren bir yapılanmayı gerçekleştirirken, sanayisine destek ve rehberlik ederek verimlilik ve rekabetçi hale gelmesi sağlayan politikaları devreye sokmak durumundadır.
Zaman sadece kamunun kendi başına aldığı kararları uygulayarak toplumsal başarıya ulaşılacağımız zaman değildir. Önümüzdeki yapısal değişim sürecinin özel sektörün daha fazla katkı koymasını gerektirecek farklı bir süreç olacağı anlaşılmaktadır.