Ya da kalkıp bize gidelim diye gireyim söze. Sevgili dostlar, biz artık hep birlikte birçok konuda gerçeklikten koptuk. Ama en çok da esnafımızı eleştirmede yaptık bunu.

Yemin ederim esnaf olduğum için söylemiyorum. Bunun nedenini elimden geldiğince adil olarak açıklamaya çalışacağım.

Sosyal medyanın olumlu yönü, olumsuz yönünün neredeyse binde biri. Gerçek kaybolup giderken ya da hiç görülmezken, yönlendirici yalan çığ gibi büyüyor.

Herkes bir “Bodrum esnafıdır” tutturdu gidiyor. Sanki oranın esnafı uzaydan geldi. Oradaki insan biraz sensin, biraz benim.

İşin içine bir kısım gazeteci dahil oldu, ortalık yangın yerine döndü.

Geçen gün Cüneyt Özdemir “800₺ otopark parası mı olur kardeşim” diye veryansın etti. Kardeşim, sen Bodrum’un en lüks mekânı Yat Limanı’nın otoparkına girersen o fiyatı ödersin. Çünkü oradaki ihtiyaç yat sahiplerine yönelik. Sen de benim gibi 50-100₺’ye otopark bulabilirsin. Denizi al soluna, gir sağdaki okulun otoparkına. Ama 200 metre yürüyeceksin yat limanına, kusura bakma.

Evvel ezel Bodrum fiyatları geyiği her yaz yapılır. Ama bu yıl işin içine vizesiz Yunan Adaları girince renk değişti. Öyle ucuz, böyle ucuz, öyle kaliteli, böyle kaliteli, öyle şık…

Bodrum’da da başka beldelerde de ucuz ve pahalı yerler vardır. Yine fiyatlar konusunda söylentinin ayyuka çıktığı bir yıl, kalabalık bir aile grubuyla Bodrum’a gittik. Karnımız acıktı. Sahile yakın bir yerde bir balık lokantasına gittik. Bütün hesabı ben ödeyeceğim için, biraz da çekinerek fiyat listesi istedim. Fiyatlar oldukça makuldü. Oturduk, siparişlerimizi verdik. Yine de hesap ödeyinceye kadar kaygılanmadım dersem yalan olur. Hesap geldi, çok uygundu. Bazı şeyleri yazmamışlardı. Uyardım. Mekân sahibi yanımıza kadar gelip, “Beyefendi onlar ikramımız,” dedi.

Evet, çanak çanak yayılan haberlere göre Bodrum’daki oteller ve restoranlar bomboşmuş. Durum böyleyse manav da kasap da havlucu da hediyeci de kan ağlıyor demektir. Dolayısıyla hiçbiri yeni sipariş vermeyecek. Örneğin hürraaa diye gittiğimiz Yunan restoranlarının masa örtülerini eskittik, kazara bardaklarını kırdık. Kos’tan, Rodos’tan, Samos’tan, Sakız’dan, Midilli’den hediyelik aldık. Onların balıkçısının balığını yedik. Şimdi kış boyu esnaflarına sipariş verip kazandıkları paranın bir kısmını dağıtacaklar. Böylece herkes gülecek.

Fatih Altaylı da YouTube kanalında diyor ki;

“Bodrum’daki tüm evler dolu. Ama kimse evinden çıkmıyor. Alışveriş yapıp yemeklerini evlerinde yapıyorlar. Dışarı çıkanlar da elinde babalarının kredi kartı olan yeni yetme gençler. Restoranlar ve oteller bomboş. Kardeşim işletmeciler ne yapsın? Et fiyatları, sebze ve meyve fiyatları Fransa’dan pahalı olmuş. İşçilik birdenbire yüzde dört yüz artmış. Böyle bir şeyi biz daha önce ne gördük ne duyduk. Allah sonumuzu hayır etsin. Bu gidişle batmayan esnaf kalmaz.”

Evet sevgili dostlar sosyal medyada birbirimize gaz verip tümden esnafımızı yerin dibine gömüp, düşman ilan ederken iki ucu keskin ticaret kılıcının hepimizi keseceğini göz ardı etmeyelim.

“-Beter olsunlar!..

-Kemik yalasınlar!..

-Batsınlar!..

-Gebersinler!..” dediğimiz bizim insanımız. Bu memleket bizim. Esnafıyla tüketicisiyle, ucuzcusu, kazıkçısıyla aynı gemideyiz.

“Kazıkçı bunlar, otellerde yerliye pahalı fiyat veriyorlar,” diyen sevgili kardeşim:

Açık büfede bir Alman’ın tabağına bak, bir de seninkine bak. Bir muz yiyorsun, beş muzu çantana koyuyorsun. Her şey dahil parasını çıkarmak için valizine kola bile atıyorsun. İşletmeci bunu görmüyor mu sanıyorsun? Yabancı turistin tabağında kalana bak, bir de bizimkilere bak bakalım, ne fark göreceksin. Bu fiyatlar aç gözlülüğümüzden dostum, aç gözlülüğümüzden. Yahu şu gözler açık büfeden bir kiloya kadar kuru cevizi tabağına koyup sonra çantasına boca edeni gördü, bir kalıp peyniri tabağına alanı gördü; tabak çanak, çatal kaşık, bardak fincan aşıranı gördü. Ve bunu kimse hırsızlıktan saymıyor ne yazık ki.

Son tahlilde rekabet iyidir. Bu bize ders olsun. Herkese ders olsun.

Olsun ki kendimize gelelim.

Sevgiyle kalın.