1.gün izlenimleri (Kahire-17 Şubat 2025)
Uzaktan Baktığımız Mısır
Mısır, uzaktan baktığımız, bildiğimizi sandığımız ülkelerden biri.
Zaten ortalama bir insan, bırakın başka ülkeleri, yakın çevresinden bile ne kadar haberdar ki?
İnsan denen canlının öncelikli derdi geçim, hayatta kalma mücadelesi ve gelecek kaygısıdır. Bu dertlerden sıyrılan bireyler ve toplumlar, algılarını açar; seyahat etmek gibi başka şeylere zaman ve para ayırabilir. Ya da merak eder, kulak kabartır, araştırır ve böylece düşünmeye başlar.
Mısır, tarihimizde çok önemli bir yere sahip. Bize çok benziyorlar, biz de onlara. Sokaktan birini çevirip sorsanız, "Mısır bir Arap ülkesi" der ve geçer. E tabii, Arapça konuşuyorlar, ne desinler canım? Oysa Mısırlılar, Arap fethinden 500 yıl sonra Arapça konuşmaya başlamışlar. Bugün bile kendilerini Arap olarak görmeyen pek çok Mısırlı var.
Mısır’ın bilinen tarihi yaklaşık 8.000 yıl öncesine dayanıyor. Adı anıldığında akla ilk gelenler ise piramitler ve Antik Mısır uygarlığı. Günümüzde ise Mısır, nüfusu en kalabalık Arap ülkesi ve Afrika'nın en önemli ülkelerinden biri. Ülkeyi boydan boya geçen Nil, dünyanın en uzun nehri ve bu toprakların yaşam kaynağıdır.
Hiyerogliflerin Sırrını Kim Çözdü?
Mısır hiyeroglif yazısı bin yıl boyunca unutulmuş bir “ölü” dildi. Napolyon'un askerleri 1799'da Rosetta Taşı'nı bulunca hiyeroglif yazısının şifresi çözülmeye başlandı.
İngiliz fizikçi Thomas Young, yazıttaki hiyerogliflerde Kral Ptolemy'nin isminin yazılı olduğunu çözen kişiydi. Ardından Fransız akademisyen Jean-François Champollion, hiyerogliflerin güncel Mısır Kıpti dilindeki sesleri gösterdiğini ortaya koyarak yazının sırrını büyük ölçüde açığa çıkardı. İnsanlığa büyük bir bilgiyi bahşeden ve hiyeroglifleri çözenin bir fizikçi olması da oldukça ilginçtir.
Mısır, zengin tarihi, kültürü ve doğal çevresiyle dünyanın en popüler turistik destinasyonlarından biri olarak ilgi çekmeye devam ediyor. Firavunların mirası ve Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan halen ayakta olan tek örneği deneyimleme imkânı, ülkenin antik tarihi ve kültürü keşfetmek isteyen ziyaretçilere sunduğu turistik yerlerden sadece birkaçı. Kızıldeniz'in kristal berraklığındaki sularında dalış yapmanın yanı sıra, uygun fiyatlı kaliteli otel seçenekleri ve iyi bir uluslararası hava bağlantısı, Mısır'ı hem aileler hem de sağlıklı yaşam gezginleri için en iyi destinasyon hâline getiriyor.
Kahire: Tarih ve Kaosun Buluştuğu Şehir
Bu yüzden ben de Mısır’ın başkenti Kahire’deyim. Antik bir medeniyetin mirasçısı bu ülkenin başkenti böyle bir değerin üstünde nasıl duruyor, nasıl şekilleniyor peki?
Nasıl mı? Çarpık çurpuk, abuk sabuk, fakir fukara, garip guraba…
Kahire’deki çarpık yapılaşmayı kelimelerle anlatmak mümkün değil.
İnsanlar burada nasıl yaşıyor diye düşünmeden edemiyorsunuz. Apartman diye üst üste yığılmış tuğlalardan oluşan bu yapıların üstünde hiçbir renk yok. Her yer kum ve toz renginde. Yere çöp atmak diye bir durum yok çünkü zaten her yer çöplük olmuş.
Piramitler: Zamanın Tanıkları
Piramitler, dünyanın en büyük ve en önemli medeniyet miraslarından biri; bu su götürmez bir gerçek, değil mi? Peki, bu mirasın hemen dibinde çarpık bir yapılaşma olur mu? Olmuş işte. Yani Mısır, hâlâ bu mirasın ekmeğini yemeye devam ettiği hâlde, ona hiç mi hiç kıymet vermemiş bir yönetim sergilemiş bugüne kadar. Gerçekten çok yazık.
Ancak Mısır capcanlı, kımıl kımıl, kıvıl kıvıl, cıvıl cıvıl…
Sokak araları, caddeler, pazarlar, kahveler, tamirhaneler insanlarla dolu. Muazzam bir ticari hareketlilik var. Başta piramitler olmak üzere müzelerde görülen ne varsa hediyelik eşya olarak tezgâhları süslüyor.
Tişörtler, biblolar, kolyeler, çantalar hep Mısır Mitolojisi temalı.
Hiçbir malın fiyatı ilk söylenilen fiyat değil. Örneğin, satıcı bir ürüne on dolar demişse ve siz pazarlık sonrası on dolara dört tane almışsanız sakın sevinmeyiniz. Çünkü bir arkadaşınız o üründen on dolara on beş tane almış olabilir.
Mısırlılar çok sıcak kanlılar, çok güler yüzlüler. O kadar kalabalığın içine dalıyorsunuz ama güven duygunuz hiç kaybolmuyor. Şuna bir kere çok emin oluyorsunuz. Ayağınız kaysa yere düşseniz, bin kişi gelir yardımınıza. Laf atmak, taciz etmek, göz hapsi gibi bir durum yok çünkü Mısır insanı turiste çok aşina.
Geleceği Düşünmek
Piramitlerle ilgili birçok bilgiye sahipsiniz ama meraklıysanız. O konulara girecek değilim. Sayısız belgesel, film, kitap, dergi, makale, araştırma, gezi yazısı var bu medeniyet üstüne. Ben bir piramitin yanına yaklaşmak, basamaklarına çıkmak, sfenksin ardından güneşi batırmak, beş bin yıl önce yaşamış ve ölmüş mumyalanmış bir bedene on santimetreden bakmak ile ilgili duygunun neye benzediğini tarif etmeye çalışırım sadece.
Kahire’de kahreden karmaşık duygular içindeyim. Zaman ileri giderken aynı topraklar üstündeki toplum göreceli olarak nasıl geri gider diye düşünüp duruyorum Nil Nehri kıyısında. Ve kendi kendime soruyorum beş bin yıl sonra bizlerden geriye somut ne kalacak? Toz toprak içinden çıkarılmış bir tablet bilgisayar bir Sümer tableti kadar bilgi verebilecek mi geleceğin insanına. Sanıyorum onlar yine piramitlere bakacaklar. Belki toprağın altından piramit, Tutankamon bibloları çıkınca şaşıracaklar.
Karbon testleri sonrası aralarındaki beş bin yıllık farkı görünce ne düşünecekler acaba? Onlar da bunların hediyelik eşyalarını yapıp satacaklar mı dersiniz? Acaba bu ilginç gelecek mi onlara?
Belki de şöyle sormalıyım: Onlar için bütün bunların bir anlamı olacak mı?
2.gün izlenimleri (18 Şubat 2025)
Mısırlılar Arapça konuşuyorlar ama Arap değiller demiştim. Onlar, kendilerini güçlü, akıllı, tarihe büyük bir medeniyet katmış bir uygarlığın devamı olarak görüyorlar.
Ve fakat bu bilgiyi alan, işleyen, kullanan, gelişen Batı olmuş. Bir bilginin işlenmesi sonucu güçlenen ne yazık ki sömürüyor. Bilginin tekrar o topraklara sömürü olarak gelmesi ne acı.
Kahire Trafiği
Sokaklardaki arabaların kaportaları yamuk yumuk. Şoförler, başkent Kahire’de trafiğe bodoslama dalıyorlar. Otoyollarda bir sürü U dönüş yeri var fakat trafik lambası yok. “Hah, şimdi bu araba girecek tur otobüsümüzün altına,” diyorsunuz ama girmiyor. “Şimdi bu motorluyu arka tekerin altına alıp ezeceğiz,” diyorsunuz, bir bakıyorsun vazgeçiyor ve duruyor. Yayaların tamamı adeta ölümle dans ediyor.
“Koskoca otobüs geliyor kızım sağına soluna baksana, atlanır mı koskoca otobüsün altına!” diyorsunuz yüreğiniz ağzına gelerek. Ama şoför nedense onu öldürmekten vazgeçiyor.
Anlayacağınız gibi, insan canının değeri o ülkenin trafiğinden belli olur. Ölen ölür, kalan sağlar Mısırlıdır, Sudanlıdır, Yemenlidir, Türkiyelidir.
“Ömrü o kadarmış,” deriz, “Takdir-i ilahidir,” deriz geçeriz. Bir Alman’ın trafikte ölme oranı ile hiç kıyaslama yapmayız. Çünkü kadercilik buna engel olur.
Kısacası kaotik bir düzen var Mısır’ın başkentinde.
Yavaşça Unutulmuş Türkiye
Ama ben bayıldım Mısar’a. Her yer pazar yeri, her yer satış-alış-veriş. Nasıl bir kalabalık, nasıl bir karmaşa anlatamam. Peki nesine bayıldın derseniz ülkemin geçmişine gittim de ondan. Yetmişli yıllarda Türkiye böyleydi. Tek fark ucuz taşıma aracı olan at ve at arabasının yerini üç tekerlekli motoguziler almış. Onlarla neler taşınmıyor neler.
Arkası çadırlı, kapısı düğmeli motora “hop” diyorsun duruyor, “şak” atlıyorsun, “pat” gidiyorsun, “küt” iniyorsun. Öyle durak murak yok canım. Caddenin tam ortasında iner, tam ortasında binebilirsiniz hiç sıkıntı yok.
O kalabalığa bir başıma dalasım var, bir başıma başıboş dolaşasım var. Her ne kadar damgalı eşek gibi görünsem de kaybolasım var.
Çocuklar tıpkı benim çocukluğumun çocuklarına benziyorlar. Sokaktalar, yaşamın içindeler. Satıyorlar, taşıyorlar, süpürüyorlar, getirip götürüyorlar. Restoranda, dükkânda, seyyar tezgâh başında insan zibil gibi.
Bizim iki kişi ile çevirmeye çalıştığımız işe onlar onlarca adam istihdam etmişler. Çünkü işgücü ucuz. Bu yüzden tekstil konfeksiyonu gibi insan gücüne çok gereksinim duyan sektör sahibi iş insanlarımız Mısır’a yatırım yaptılar. Burada üretim yaparak rekabet güçlerini artırdılar.
Ülkemizdeki şartlar başka çare bırakmadı çünkü.
Okul Çocuklarının Minibüs Macerası
Okul çocukları servise biniyorlar. Hem de minnacık çocuklar. Küçük bir minibüsün içinde inanın bana “taşıma tavuk kümesinde” gibiler. Nasıl nefes alıyorlar şaşarsınız. Yanak yanağa, burun burunalar. Ama kız çocuklarını arkaya ayrı bir yere tepmeyi başarmışlar. (Çok şükür)
Okul servisinin üstünde bir bagaj sepeti var. Çantasını oraya atan çocuk servise dalıyor. Servise nasıl biniyorlar inanamazsınız. Dönen kamyon tekerinin yanından, geçen otobüs tamponunun kenarından, yıkılmak üzere olan duvar dibinden, her an zırt diye geçecek motor önünden. Ona rağmen minibüsün camından bize meraklı gözlerle bakıyorlar, el sallıyorlar.
Hangi tarihi yapının içine girsek orada bir lise öğrenci gurubuyla karşılaşıyoruz. Kimi kalıntıların resmini çiziyor, kimi ders anlatan öğretmenini dinliyor. Okul gezisine gelmiş orta okul öğrencileri ise hemen etrafımızı sarıyorlar, fotoğraf çektiriyorlar, sorular soruyorlar.
Turist Satıcıları ve İlginç Karışıklıklar
Satıcıların çoğu tur kafilemizi Yunanlı ya da İspanyollarla karıştırıyorlar. Türk olduğumuzu anlayınca istisnasız olarak, “Yavaş yavaş Mansur Yavaş” diyorlar. Bunun sebebini tam olarak bilmiyorum. Ancak tahminim şu yönde: Buraya gelen turistimize önceleri “Erdogan” diyorlardı. Gelenler “Mansur Yavaş” diye cevap verdiler, öyle bir değişim oldu. Ama bu kafiyeli söylem her yerde var ise daha güçlü ve sağlam bir kaynaktan yayılma olasılığı artıyor. O kaynak da tabii ki televizyon. Burada da televizyonlar devletin ağzından konuşuyor demek ki.
Piramitlerin Gizemi ve Hislerim
İlk gün gözlemimde bir piramitin yanına sokulmanın, beş bin yıl önce ölmüş bir bedene on santimden bakmanın bende bıraktığı hissi anlatabilirim demiştim. Peki piramitlerde ne hissettim?
O muhteşem yapının kenarında önce çok güçlü bir hiçlik duygusu kapladı içimi. Ve bu duygu beni bütün kaygılarımdan sıyırdı. Jean Paul Sartre gibi elimde bir pipo ile, “Şu anda varım. Bir gezegenin üstündeyim. Yaşadım, gördüm. Şimdi, şu an buradayım ve hâlâ yaşıyorum” diye bağırasım geldi. Sanki bir uzaylıydım. Sanki bir gezegene geldim ve burada akıllı bir canlı formunun yaptığı esere bakıyor gibi hissettim kendimi. Evet burada binlerce yıl önce bir medeniyet varmış. Yaşamışlar, devasa izler bırakmışlar ve gitmişler. Not aldım, fotoğraflar çektim.
Başka gezegenden gelmiş biri olarak en çok ilgimi çeken de şu oldu:
Piramitleri kusursuz şekilde yıldızları işaretleyerek inşa etmiş bu insanlardan binlerce yıl sonra, başka insanlar, deve denilen başka bir canlı türünün üstüne insan bindirip gezdiriyorlar. Karşılığında buraya ait olmayan bir kâğıt alıyorlar. Numune heykeller aldım daha az gelişmiş bir insan türünden. Yine o kağıtla aldım. Ona para, o paraya da dolar diyorlar. Onları kendi gezegenime götürüp anlatacağım. Onları inceleyeceğiz. Sonra da vitrine koyar bakarız, bu gezegeni hatırlarız.
Mısır Medeniyetler Müzesi
National Museum Of Egyptian Civilization yani Mısır Medeniyetler Müzesi’nde bir mumyaya on santimetreden bakarken neler hissettim?
Yine içimde geçmeyen bir hiçlik duygusu var.
Önümde boylu boyunca uzanmış, beş bin yıl önce yaşamış bir kral var. Dişleri inci gibi duruyor. Ona bakıyorum: “Kralım ne yedin ne içtin ne anladın bu hayattan?” diye soruyorum. (Bu bölümde konuşmak yasak. İçimden soruyorum.)
Hiç cevap vermiyor. O da bir şey anlamamış anlaşılan. Dikkatini çekmeye kararlıyım.
“Hele bak kim geldi kralım,” diyorum.
Şöyle bir gözünü aralıyor. “Kimsin lan sen?” diyor. “Türkiye’den havlucu Özkan falan…” diye geveliyorum sözümü kesiyor.
“Bak kardeşim, yukarıdaki heykellerimden birinin biblosunu al çabuk kaybol, uyuyorum beni rahatsız etme,” diyor.
Tutankamon önemli biri, beni sallayacak değil ya! Ona bu gezegen var olduğu sürece kaç milyar çift göz daha bakacak belli değil. Hiç bilinmez belki de bu gezegenden başka bir gezegene götürülüp orada sergilenecek. Benimse bir nesil sonra nerede gömülü olduğum bile unutulacak.
3.gün izlenimleri (19 Şubat 2025)
Kahire’den Aswan’a Yolculuk
Aswan’a yani Mısır’ın güneyine gitmek için yola çıkıyoruz. Orada gemiye bineceğiz. Nil Nehri üzerinde yapacağımız üç günlük gezi ile yine kuzeye doğru İlerleyeceğiz.
İç hat seferi için hotelden Kahire Havaalanı’na giderken ilk Rusya gezimi düşünüyorum. Alt yapısına, üst yapısına, düzenine hayran kalmıştım. Tam 35 yıl sonra bu kez yine aynı şaşkınlıkla bakıyorum yol kenarındaki evlere. Bizdeki apartman bodrumlarının tersine tüm yapıların çatıları bodrum olmuş. Öyle bir keşmekeş ki anlatılır değil.
Çatıları özellikle bitirmiyorlarmış. Çünkü natamam yapılar ruhsata tabi değilmiş. Ah, popülist politikalar ah! Ah, halklara reva görülen kalkınmamışlık ah!
Bir toplum sazdan, kamıştan evlerde bir düzen içinde oturabilir. Kıl çadırlarda yaşayabilir. İklim koşulları uygundur, gelenekleri emrediyordur; ne güzel olur. Eskimo iglooda yaşar, Kazak otağı kurar, Türk kerpiç evde oturur; ne güzeldir. Ama iş şehir kurmaya gelince toplum sağlığı, konforu insanca yaşama uygun şartlar sağlanmalıdır. Kanalizasyon, yol, su, elektrik, ısınma ve kolay ulaşım koşulları asgari düzeyde ayarlanmalıdır.
Yönetimler ve Kentlerin Durumu
Bizde de Mısır’da da Nikaragua’da da insanlar ve yöneticileri aptal mıdır, gün görmemiş midir? Bu saçma sapan şehirleri kurarken bir belediye kuralları yok mudur? Çok ama çok şaşırıyorum. Antik kentlere, binlerce yıl önceki yerleşkelere nasıl bakılmaz?
Bakılmaz olur mu, bakılır elbet; bilinir elbet. Ama ülke kaynakları çalınıyorsa, yolsuzluklar varsa, yani halk yoksul bırakılmışsa, yapılacak bir tek şey kalır geriye:
“BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER.”
Nasıl barınırlarsa barınsınlar, ne yerlerse yesinler. Yeter ki isyan çıkarmasınlar, oturdukları yerde otursunlar. Ev yıkılırsa, dizanteri çıkarsa, trafikte kol bacak koparsa sebebi bellidir:
“Yüce yaradan öyle istedi.”
“Kaderi böyleymiş.”
“Burası imtihan dünyası.”
Dünya’yı yöneten, fakir halkları fakirleştirdikçe fakirleştiren muktedirlere sorasım var:
Yahu daha ne kadar sömüreceksiniz?
Ne yapacaksınız daha? Bir tek kuru canları kalmış insanların. Sonra bu kadar fakirleşmiş insanlara ürettiğiniz malları nasıl satacaksınız? Bu dünyayı ne zaman yaşanılası bir yer haline getireceksiniz?
Mısır ve Sisi’nin Politik Duruşu
Rehber, “Sisi’yi önce halkımız sevmiyordu,” diyor. “Şimdi destekliyor. Neden biliyor musunuz? Amerika’ya karşı çıktı da ondan. Trump, Sisi’ye Filistinlilere yer açın, Mısır’a gelsinler demiş, O da kabul etmemiş.”
Vaaavvvvv…!
“Ee, hayır dersen bunun hesabı görülür,” diyorum.
“Evet, Trump da öyle dedi,” diyor.
Rehberle havaalanında kalkış saatini beklerken sohbete devam ediyoruz. O da bu keşmekeşten, bu pislikten, bu çarpıklıktan mahcup, kızgın.
“Yapamıyoruz,” diyor.
“Yaparsınız,” diye itiraz ediyorum. Yere tükürmenin, sümkürmenin normal olduğu zamanlarımızı anlatıyorum ona. “Bak,” diyorum “havaalanlarınız ne güzel. Burası tarihi bir camiye göre çok daha kompleks bir yer; her yer pırıl pırıl, mis gibi. Ama camiler leş gibi, halılar berbat. Sadece bir irade gerekiyor, bir kıvılcım.”
Uçakta, hâlâ camdan sokağa pet şişe savuran şoförlerimiz geliyor aklıma. Çalı’da ya da Didim’de her sabah çöp toplayışlarımı düşünüyorum. Yine de buraya göre biz bal dök yala durumundayız deyip teskin ediyorum kendimi.
Medeniyet bir tekâmül süreci. Biz onlardan ileriyiz, Avrupa bizden ileri. Ülkemle ilgili korkum, olduğumuz yerden geriye gitmek ile ilgili. Reel sektörün geri kaldığı bir ülkede kamu da ayakta kalamaz. Vergi toplanamaz, insanlar çalışacak iş bulamazlar.
Bir bakarsın pi sayısını bulan, piramit yapan medeniyetten daha geriye gitmişsin, çöpe batmışsın.
Aswan şehrine geldik. Üç gün kalacağımız gemiye yerleştik. Yine bir sürü çalışan var gemide. Nil o kadar güzel ki…
(Aswan, Nil'in doğu kıyısındaki ilk şelalede, Aswan Barajı'nın hemen kuzeyinde bulunan yoğun bir pazar ve turizm merkezidir. Modern şehir, eskiden ayrı bir topluluk olan Elephantine Adası’nı da içine alacak şekilde genişlemiştir.)
4.gün izlenimleri (Aswan-20/02/2025)
Aswan ve Nil’in Büyüsü
Aswan’dan çölü geçerek II. Ramses’in yaptırdığı Abu Simbel Tapınakları’na geldik. İmkânı olan herkesin görmesi lazım. İnsan eliyle yapılmış bir dünya harikası burası.
II. Ramses, 66 yıl iktidarda kalmış bir Mısır hükümdarı. Bu tapınağı meşhur Kadeş Savaşı’ndan sonra zaferinin anısına yaptırmış. Bu da iktidarının 20. yılına denk geliyor.
Bir kaya kütlesini oymak ama kusursuz oymak... Girişine sağlı sollu devasa heykeller yaptırmak... Ve içinde kolonlar oluşturmak... O kolonlara ölmüş eski kralların heykellerini yapmak... Duvarlara ışık yansıtıldığında canlanacakmış gibi sahici görünen hikayeler resmetmek... Odalar, odalar, koridorlar...
Yaşamış o medeniyete bir teşekkür borcumuz var. Var olduklarını, bulduklarını, gördüklerini, o günün imkânlarını fazlasıyla zorlayarak kanıt olarak geleceğe miras bırakmışlar.
Çok antik yapının içine girdim. Didim’deki Apollon Tapınağı muhteşemdir. Ancak bu tapınağın içinde zaman duygumu yitirdim. Buna normal bir etkilenmek diyemeyiz.
Bölgede iki tapınak var: Biri kendi için, diğeri eşi Nefertari adına yaptırılmış.
(Nefertari, Eski Mısır’ın en güçlü firavunlarından II. Ramses’in eşi olup Yeni Krallık Dönemi'nde (M.Ö. 1292-1189) yaşamıştır.)
Abu Simbel’e gitmek için Sudan sınırına kadar olan çölü boylu boyunca geçmek zorundasınız.
Biz suyu bol, toprağı bereketli ülkemizde tarımdan uzaklaşa duralım, Mısır çölde sulu tarım yapmaya başlamış bile. Nil Nehri üzerine inşa edilen Nasır Baraj Gölü’nden çöle su çekip, otomatik sistemle sulama yapıyorlar. Türkiye’ye lahana, karnabahar gibi sebzeleri ihraç etmeye başlamışlar.
Ben ve benim kuşağım yolun yarısını çoktan geçti. Bize hava hoş. Ama böyle giderse Mısır da bizi geçer, demedi demeyin.
Mısır’da tuvalete girmek için baştan para ödemek zorundasınız. Bizdeki gibi bırakın tertemiz bir tuvaleti pis bir tuvalete bile (bulursanız) bin kez para vermeye razı olabilirsiniz. Bu konuda ah canım ülkem ve canım Opet’im diyorum ve yeniliyorum: Nurten Öztürk Hanımefendinin temiz tuvalet kampanyasının ne büyük bir devrim olduğunu böyle gezilerde daha iyi anlıyorum.
Yarın Nil Nehri üzerinde iki günlük bir gemi turuna çıkacağız.
Hava bu mevsimde çok güzel.
Mısır bir hafta gezmeyle bitecek gibi değil…
Kom Ombo Tapınağı
Gemimiz Kom Ombo Limanı’na yanaşıyor. Aswan’dan buraya kadar doyumsuz Nil Nehri manzarasını izleyerek geldik. Limana daha henüz yanaşmadan Kom Ombo Tapınağı tüm haşmetiyle selamlıyor bizleri. Tüm yorgunluğumu unutuyorum bu yapıyı görünce. Hele içine girince bir tılsım sarıyor benliğimi. Kanaviçe gibi hiyeroglifler, taç giyme töreninden kurban adamaya kadar resmedilmiş hikâyeler, takvimler, özel gün işaretleri ve tıbbi araç gereç çizimleri…
(Hangi birine baksam, burada kalsam hiç çıkmasam…)
Kom Ombo Tapınağı’nın ön kısmı normal halka açık. Orta kısım kahinlere ve en arkadaki kutsal oda da krallara ait. Tapınak çok işlevsel bir yer. İçinde hastane olarak kullanılan bir bölüm de fillerin savaşa hazırlandığı bölümde var.
Bu kasabanın adı 5 bin yıldır aynı kalmış, hiç değişmemiş.
Tapınağın alt kısmında bir de mumya timsah müzesi var.
O zamanlarda zamanın akış hızı belli ki çok yavaştı. Düşünen insan doğaya odaklanmıştı. Yüce Nil Nehri ve nehrin yegâne kralı olan timsahı önemli olmaz mı?
Kralların sevdikleri hayvanlarını mumyalamalarındaki mantığı anlamak mümkün. Timsahları mumyalamalarındaki gizem de tapınakların üzerindeki betimlemelerde saklı. Timsah başlı tanrı-kral sembolü, Mısır mitolojisinde büyük bir öneme sahip.
(Kom Ombo Tapınağı, güney Mısır'ın Kom Ombo kasabasında, Nil Nehri kıyısında yer alan antik bir tapınaktır. MÖ 2. yüzyılda Ptolemaios Hanedanı döneminde yapılmıştır. Tapınağın bir yanı timsah tanrı Sobek'e, öbür yanı ise şahin tanrı Haroeris'e adanmıştır. Haroeris aynı zamanda Yetişkin Horus olarak da bilinir.)
Gece Kom Ombo’dan hareket ettik. Sabah saat 05:30’da Edfu Limanı’ndaydık. Binlerce yıl öncesinin aynı taşıma aracı at arabalarımıza binip henüz daha gün ağarmadan Edfu Tapınağı’na vardık.
(Edfu Tapınağı, Nil Nehri'nin batı kanadındaki Edfu şehrinde yer alan Antik Mısır tapınağıdır. Mısır mitolojisindeki şahin başlı tanrı Horus'a ithafen inşa edilmiştir. Karnak Tapınağı'ndan sonra Mısır’daki en büyük ve günümüze kadar en iyi muhafaza edilmiş tapınaktır. Tapınağın inşası tam 180 yıl sürmüştür.)
Mısır’ı ve eserlerini anlatmaya artık sözcük bulamıyorum. Bildiğimi sandıklarımı da burada unuttum. Ülkeme döndüğümde her şeyi sil baştan okuyarak yeniden keşfetmek istiyorum.
Yarın Luxor’da olacağız. Orayı da ayrı bir yazımda sizlerle paylaşacağım.
Mısır, kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Şiddetle tavsiye ediyorum!
Hepinize Mısır’dan kucak dolusu sevgiler, değerli okurlarım.
Mısır Arap Cumhuriyeti, Afrika'nın kuzeydoğu köşesi ile Asya'nın güneybatı köşesinde Sina Yarımadası'nı kapsayan kıtalararası bir ülkedir. Kuzeyinde Akdeniz, kuzeydoğusunda Filistin'in Gazze Şeridi ve İsrail, doğusunda Kızıldeniz, güneyinde Sudan ve batısında Libya ile komşudur. Kuzeydoğudaki Akabe Körfezi, Mısır'ı Ürdün ve Suudi Arabistan'dan ayırmaktadır. Kahire, Mısır'ın başkenti ve en büyük şehridir. İkinci büyük şehri olan İskenderiye ise Akdeniz kıyısında önemli bir sanayi ve turizm merkezidir. Yaklaşık 100 milyon nüfusuyla Mısır, dünyanın en kalabalık 14'üncü, Afrika'nın ise en kalabalık üçüncü ülkesidir.
(Bu unutulmaz Mısır Gezisi için Etkinlik Grubu’nun kurucusu, Ekipişi Film Bağımsız Kısa Film ve Sinema Derneği Kurucu Başkanı Umut Tuncel’e gönülden teşekkür ederiz.)