İnsanların koyduğu kanunlar, kurallar ve bunlara uymayınca verilecek cezalar...

Suçlar ve cezaları...

Zaman geçtikçe değişen kanunlar ve dünün suçlarının bugün suç olmaması...

"Telefonlar dinleniyorken camlar taşlanmıyordu” dedi eski yargıç. “Şimdi dinlenmiyor ama camlar taşlanıyor."

Bir Fransız filminde derin felsefe ile mahkemede verilen kararlar sorgulanıyor; 

“Bir suçluyu, suçlu olduğunu bile bile temize çıkarmıştım. Bir gemi yapımında hata yapmıştı ve yüzlerce insan ölmüştü. Ben ona erken emeklilik cezası verdim, hapse tıkmadım. Şimdi mutlu. Üç çocuğu ve karısıyla yaşıyor. Bu karardan hiç pişman olmadım.”

Eski yargıç özel radyosundan telefonları dinliyor. “Bu çok kötü,” diyor genç ve güzel kız, “bu çok kötü.”

Bir köpek yüzünden ani tanışmaları dostluğa dönüşüveriyor.

Kız, yargıcın telefonları dinleyerek zor durumda olanlara yardım ettiğini öğrenince, onu şikayet edemiyor. O da derinden sarsılıyor ve sorgulamaya başlıyor.

Yargıç yine de dava ediliyor bütün komşuları tarafından. Kız, “Sizi ben ele vermedim,” diyor. “Biliyorum,” diyor yargıç. “Ben kendimi ele verdim sen kötü dediğin için. Senin bu haberi aldığındaki yüz ifadeni çok merak ettim.”

Onlar konuşurken koskoca bir taş camı kırıp içeri düşüyor.

Yargıç, "Onları dinlerken taşlamıyorlardı, şimdi dinlemiyorum taşlıyorlar," diyor.

Ne acayip bir şey..! Ne farklı düşüncelere sürüklüyor insanı. Sanat galiba bunun için güzel ve bunun için yapılmalı. İnsan aklının sınırları zorlatılmalı, düşünmeye zorlanmalı...

Bir suç varken, düzenli işleniyorken herkes mutlu. Görünürde zarar gören yok. Ama bizzat işleyen tarafından itiraf edildikten sonra herkes mutsuz oluyor ve mutsuz etmek için çaba harcıyor. Örnek vermeye kalksam benzer binlerce suç bulabilirim.

Sanatla uğraşmak, düşünceyi zorlamaktır. Çünkü sanat tasarlamayı, kurgulamayı, yaratmayı ve dolayısıyla düşünmeyi emreder. 

Bu sabah yaklaşık bir yıldır başucumda duran Feraizcizade Mehmet Şakir' in yedili kitap setine gömüldüm. “1850 yılında doğmuş, benim yaşadığım ilde yaşamış, dergi çıkarmış, oyunlar yazmış, oyunlar sahnelemiş bir adam varmış yahu!” dedim. Adamcağız ne diyaloglar yazmış Moliere çizgisinde. Sayfaların ve diyalogların arasında kayboldum. 

Feraizcizade o günün sokakta yaşayan insanını, konuşma biçimini, şeklini, şemailini eserleriyle odama getirdi. Tıpkı zaman tüneli gibi… Tüylerim diken diken oldu.

Son dönemleri bile Osmanlı'nın dünyanın beş emperyal gücünden biri olduğunu gösterir nitelikte.

Sanat, yazı, eser ne dersek diyelim bir toplumun kalkınmışlığını, aklının yürüdüğünü gösterir. Sanatsız kalırsak vay halimize!

Put diye binlerce tarihi eseri yirmi küsur yıl önce bombalayan ülkelerin gerçekleştirdikleri sözde devrimle geldikleri nokta ortada. Gerçi o devrimi destekleyenlerin de amaçları bu ya; o konuya hiç girmeyeyim. Birkaç tanesini insanlık tarihi müzesine kaçırdın mı insanlığa karşı hem görevini yapmış oluyorsun hem de eserler senin oluyor.

UNESCO ve Greenpeace'den daha naylon örgüt var mı acaba? Bir şey yapıyormuş gibi yap muktedirler lehine, al milletin gazını. Bu sayede ajanlarını sok istediğin yere, karıştır ortalığı, topla parsayı...

Fransız filminden girdim yine uzun bacaklılardan çıktım. İyisi mi camlarım taşlanmadan konuyu kapatayım.