Birleşmiş Milletler Glasgow konferansında iklim değişikliğinin doğa üzerindeki etkileri uzun uzun tartışıldı ve 2050 sıfır karbon hedefine giden yollar daha netleştirildi. Konferansta tartışılan bir başka önemli konu bu değişikliğin insan sağlığı üzerindeki etkileriydi ama bu konu pek fazla kamuya yansımadı. Oysa COP26 Konferansı’nın 26. toplantısında, iklim değişikliğinin insan sağlığı üzerindeki tehditlerinin tartışıldığı yüzlerce etkinlik düzenlendi. 100’den fazla ülkeden 400’den fazla sağlık kuruluşu, insan sağlığını korumak için daha güçlü bir iklim değişikliği eylemi çağrısında bulundu.
Konferans sonunda ülkelerin imzaladığı iklim değişikliği anlaşması küresel ısınmayı frenlemeyi, atmosfere karbon salınımlarını azaltmayı içeren kuralları hedeflemekteydi, sağlık dünyası ise bu hedefin insan sağlığıyla bütünleşmesi gereğini savunuyorlardı ve bu savunmalarını şöyle dillendiriyorlardı. ‘’İklim adaleti, çevresel adalettir ve tüm sektörlerde, ister kentsel planlama, ister ulaşım olsun, politikalarının net sağlık etkilerine sahip olduğunu ve eşitliği ilerletebileceği veya engelleyebileceği konusunda bütüncül bir yaklaşımı benimsemeleri esastır’’ diyorlardı.
Çevre sağlığı konusunda uzman, ABD’li bir tıp fakültesi profesörü, COP26’nın sonunda bir sağlık programı sunulmasından çok memnun olduğunu beyan ederken, ancak bu politikaların ve uygulamaların bilimi yakalaması gerektiğini de söylüyor ve “İklimin sağlığa tehdit oluşturduğunu bir süredir biliyoruz, on yıllardır havası daha kirli olan bölgelerde daha fazla ölüm olduğunu, hava kirliliğindeki küçük düşüşlerin bile yaşam süresinde önemli artışlara tekabül ettiğini de biliyoruz’’ diyerek sözlerini tamamlıyor. Uzmanlar iklim değişikliği ve sıcak hava dalgalarının kalp sağlığını etkilediğini ve bu etkileşimin koyu tenli ırkları daha yüksek riske soktuğunu söylüyorlar.
Yine ABD’de bir grup bilim insanı koyu tenli kabilelerin yaşadığı bir bölgede metan gazı salınımlarını azaltma yolunda adımlar atıldığını duymaktan mutlu olduklarını, ancak bu bölgelerde sağlığa öncelik vererek, daha katı metan emisyonu politikalarının uygulanması gereğini vurguluyorlar.
Tabii bu tür politikaları yönlendirmek için temel kirlilik seviyelerini aşağı çekme yolunda yapılacak araştırmaların finansman ihtiyacı olduğu bir gerçek olmakta ise de iklim değişikliğinin temel nedeni olan sera gazı pompalamada en az payı olan dar gelirli insanların en çok acı çekenler olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Evet, COP26 İklim Anlaşması, küresel emisyon azaltma taahhütlerini artırıyor ama yine de konferansın 1,5C derece küresel ısınma hedefine yetersiz kalıyor. İklim değişikliğinin etkilemesiyle okyanus sularının yükselmesi, özellikle savunmasız dar gelirli insanların yaşadığı bölgelerde, örneğin bazı Afrika kıyılarında, ısı ve sel dalgalarının neden olduğu ölümlerin durdurulması bugün için insanlığın önünde çok önemli bir sorun olarak durmaktadır. Oysa gelişmiş toplumların etkin çabalarıyla ısı ve sel dalgalarından kaynaklanan ölümler önlenebileceği çözümler üretilebilir.
Bu arada Biden yönetiminden konferansa katılan yetkililer, Glasgow’da küresel zirvenin İklim Değişikliği ve Sağlık Eşitliğine odaklanmasının kendilerine enerji verdiğini beyan ediyorlar. Kendilerini bu eylem için katalizör olarak gördüklerini, COP26’dan topluluklarla mümkün olduğu kadar bağlantı kurarak, seslerinin duyulduğundan ve endişelerinin karşılandığından emin olmak için gerçekten enerji dolu bir şekilde, ayrıldıklarını da sözlerine ekliyorlar.
Bizim de katıldığımız Glasgow Konferansı’nda alınan kararların uygulamaya dönüşümü yolunda atılan bir adım, iklim değişikliği ile insan sağlığını aynı kefeye koymak adımı, müşterek çözümler aramaya yönelik bir örnek olmaktadır.