Bursa Kent Konseyi’nin bu ayki toplantısında ben de konuşmacıydım. Konuşma konum Bursa’nın Dünü, Bugünü, Yarını idi. Bursa Kent Konseyi’nde yaptığım o konuşmayı bu hafta sizlerle paylaşıyorum.
Konuşmama, Gemlik’te doğduğumu, babamın ilkokul öğretmeni olduğunu, 6 yaşıma kadar babamım başöğretmen olarak görev yaptığı, Umurbey köyünde yaşadığımı anlatarak başladım. Ardından 6 yaşımdan itibaren bugüne kadar yaşadığım güzel kentim Bursa’nın dününü, bugününü ve de yarınına ait görüşlerimi, katılımcılarla paylaştım. Gelin sizlerle de paylaşayım o görüşlerimi;
Babam Bursa’ya becayiş yaparak, Bursa’dan bir öğretmen ile yer değiştirerek, Tahtakale’deki Süleyman Çelebi İlkokuluna tayin oldu ve ertesi yıl ben de aynı okulda ilkokula başladım. Bursa’ya geldiğimizde yine Tahtakale’de yaşayan yakın bir akrabamızın evinde kalmaya, ardından aynı mahallede iki katlı küçük bir ahşap ev alıp, orada yaşamaya başladık. Evimizin küçüktü, bir adet oturma odası ve üst katta iki adet yatak odası vardı. Evin odun sobasıyla ısınan tek odası, oturma odasıydı, babam okuldaki ders planını oturduğu sedirde yapar, ben de aynı sedirde dersimi çalışırdım. Annem yere yerleştirdiği yuvarlak bir bakır sini içine sabahları kahvaltımızı, öğlen ve akşamları da yemeklerimizi koyardı, sininin etrafında yere oturarak yemeklerimizi yerdik.
Evimizde iki tür su vardı, birinin adı Terkos suyu, musluktan akar ve içme suyu olarak kullanılırdı. Diğeri Pınarbaşı suyu, evden eve geçerek akar, her evde bir havuzda birikir ve üst yüzündeki giderinden komşuya geçerdi. Bu suyu getiren künkler derine döşendiği için kış aylarında ılık, yaz aylarında ise soğuk akardı, evlerin buzdolabı görevini görürdü, kimse bu suyu kirletmezdi, annem yaz aylarında havuza soğuması için meyveleri, karpuzu, kavunu koymadan önce yandaki Terkos musluğunu açar, yıkardı. Pınarbaşı suyunun son durağı Ulucami’nin ortasındaki havuzdu, herkes suyun temizliğinden emin olduklarından, havuzun kenarındaki musluklarda abdest alırlardı.
Küçük bir bahçemiz ve bahçenin karşı ucunda, içinde odun yakılan bir ocağı olan mutfağımız vardı. Annem, yemeklerini o ocakta pişirirdi, yaz aylarında kızgın saç üzerinde yufka yapar ve onları birer böreklik guruplar halinde bağlar, mutfağın üstündeki havadar bölümde tavana asarak depolardı, sırası geldiğinde o yufkalarla börek yapardı.
Ben de ilkokulu Süleyman Çelebi İlkokulunda okudum, okulun bahçesinde ağaçlar vardı, boş bölümlerinde öğretmenimiz bize bitki ektirirdi, örneğin patatesi üzerindeki tomurcuklara göre parçalara böler, her parçayı toprağa gömerdi, o tomurcuklar filiz verir, yeşil bitki toprak üstüne çıkar, kökünde de yeni patates yumrusu oluşurdu, patatesin nasıl yetiştirildiğini ilkokulda öğrenmiştik. Çocukluğumdaki toprakla tanışıklığım, meslek yaşamımı sürdürdüğüm DSİ’de suyla buluşarak önemli sulama projelerinin yönetilmesi sorumluluğunu taşıyan, ülkemizin tarımsal verimliliğini artırılmasını hedef alan projelerin yönetmemle güçlendi.
Ortaokul ve lise eğitimimi Bursa Erkek Lisesi’nde aldım. Bu eğitim sürecinde iki öğretmenim, müzik öğretmenim Hüsnü Dayı, matematik öğretmenim Çamur Şevket, benim yaşantımı yönlendirdiler. Hüsnü Dayı ortaokul birinci sınıftan itibaren müzik derslerine gramofonla ve plaklarla gelir, plakları çalarak bize klasik batı müziği türlerini, konçertoları, senfonileri vb. anlatırdı, bestekarlarını tanıtırdı. Hüsnü hocanın bu tanıtımı ve o tür müziği sevdirmesi, yaşantımın ileriki yıllarında Uludağ Üniversitesi Rektörü Rahmetli Prof. Dr. Ayhan Kızıl ile Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Erdem Saker’in kol kola girerek Bursa Senfoni Orkestrasının kurulmasına vesile oldu. Şevket hocamın ise beynime işlediği matematik sistemleri, İTÜ İnşaat Fakültesini üçüncülükle kazanıp, inşaat yüksek mühendisi olarak DSİ’de birçok projede ismimin yer almasını sağladı.
Bursa’nın dününe baktığımızda çok önemli bir değerinin de Kapalıçarşı olduğunu görürüz. Adeta Osmanlı’nın Bursa’da yaşamaya başlamasıyla oluşan ticari yaşamın bir pınarıymış Kapalıçarşı. Tarihi hanlar ve onların aralarının çatı ile kapatılmasıyla oluşmuş, ‘’Çarşu-yı Kebir’’adıyla, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında inşaatına başlanmış, 1464 yılında kullanıma açılmıştır. İçinde çok çeşitli iş kollarında, sahaflar, aktarlar, sipahiler, yorgancılar, kumaşçılar, kırtasiyeciler, sandıkçılar, bakırcılar vb. birçok iş dalına ait dükkanlar vardı. Ayrıca Anadolu’nun ticaret yollarının kesiştiği Bursa, tacirlerin de yoğun olan uğrak yeri olması nedeniyle, onların konaklamasını sağlayan hanlar, Koza Han, Fidan Han, Pirinç Han, İpek Han, Emir Han, Geyve Han, Tuz Han vb. kullanım şekilleri değişerek, halen de hizmet vermeye devam etmektedir.
Bursa’mızın tarihi değerlerini gözlerimiz önünde canlandırırken yine kentimizi bir başka önemli değerinin, EKOHABER GAZETEMİZİN 30. Kuruluş yıldönümünü kutlamanın mutluluğunu yaşıyoruz. Gazetemize nice aydınlık, başarı dolu yeni yayın yılları dileklerimi sunarken siz değerli okurlarımın da Ramazan Bayramınızı kutluyorum…