Geçen hafta Tarım ve Orman Bakanı Sayın İbrahim Yumaklı, kırmızı et ithalatını 2028 itibarıyla ülke gündeminden çıkaracaklarını bildirdi. Sayın Bakanın bu beyanlarını okuyunca çok sevindim ve bu hedeflerine doğru yolları açacak bir örneği anlattığım aşağıdaki daha önce yayımlanan EKOHABER yazımın hayvancılıkla ilgili bölümünü değerlendirmelerine sunmak istedim. Umarım sunduğum bu örneği, Sayın Bakanın ve sorumlu birimlerinin okumasını sağlayabiliriz ve de yazımda aktardığım, tarım ve hayvancılıkta zenginleşmenin köşe taşı olan kooperatifleşme modelini, Hollanda ve İspanya’da, ekiplerine yerinde inceleme imkanı yaratırlar. Ardından da hayvancılıkla geçinen birkaç örnek köyü seçerek, örneğin Karacabey ve M.K.P. köylerinden olabilir, deneme uygulamasına sokarlar. İnanıyorum ki bu uygulamalar, et ithalatını durdurma hedeflerini 2028’den daha öne çekecektir ve hatta ülkemizi de et ihraç eden ülkeler arasına yerleştirecektir. İşte o yazımın İspanya hayvancılığı ile ilgili bölümü;
BİR ALINTININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Geçen hafta bilgisayarıma düşen aşağıdaki alıntıyı okurken, dört mevsim iklim koşuluna ve büyük çoğunluğu sulama sistemleriyle donatılmış verimli tarım topraklarına sahip ülkemizin bazı hububat ve et ürünleri ithal etmesinin, köylerde çiftçilik yapanların topraklarını bırakıp kentlere göç etmesinin, içimde yarattığı sızıyı yaşadım. Gelin önce bu sızının pınarını, bir köylü çocuğunun ağzından yaşadığı koşullar içinde dinleyelim;
‘’Ben çocukken babamın 500 dönüm tarlası vardı, traktörü, 150 koyunu, üç beş ineği ve danaları vardı. Yılda 60 ton buğday, 150 kuzu, iki dana satardı. Ben kendimizi fakir zannederdim hep, çünkü üstümüzde eskimiş elbise ve eskimiş ayakkabı vardı. Sobada tezek yakardık, saman ile ekmek yapılırdı, ev yemeğinden bıkardık. Yumurta yememek için sofradan kaçardık. Pastırma, sucuk günlük yemeğimizdi. Tereyağı, peynir bozulunca atar, yenisini yapardı annem. Bana göre zengin, şehirde oturan, şık giyinen insanlardı. Köydeki herkes öyle düşünürdü, çocuklarını devlet memuru yapmak için okuturlardı. Okusun, hayatı kurtulsun, köyde çürümesin, derlerdi. İşte bu düşünce geleceğimize şekil verdi, bizi fakirleştirdi. Ve buğday, arpa, hububat üretiminde kendine yetmeyen, bunları ithal eden ülke yaptı. Şimdi buradan bakıyorum da, babam çok zengin adammış, resmen ağa imiş, ama babam ve benzeri köylüler şehre göç ettiler, köyde tarla satıp şehirde arsa aldılar, daire karşılığı müteahhide verdiler, üçer, beşer daire aldılar. Şimdi o dairelerde yiyecekleri sebzeyi alamıyorlar, çünkü pahalı. Tereyağı, peynir alamıyorlar, doğalgaz zammına kızıyorlar, ama hala şehre göç ediyorlar…’’
Köydeki zenginliğini bırakıp kentlere göç edenlerin halini okurken, sizlere daha önce bu köşede aktardığım, Başkanlığım sürecinde yaptığım ziyaretlerde tanıdığım İspanya’daki ve Hollanda’daki, toprağa bağlı olarak yaşamlarını sürdüren insanların mutluluğu, zenginliği yeniden gözlerimin önünde canlandı. Gelin İspanya’da kırsal alandaki bir köyde yaşayanların kurduğu, beş yüz civarında üyesi olan bir hayvancılık kooperatifini ziyaretimde, kooperatif başkanının beni evine götürdüğünde gördüklerimi, değerlendirmenize sunayım;
Evin çift kanat ahşap kapısı vardı, kanatlardan birinde bir süt tankı monte edilmişti. İçeri girdiğimizde ciğerlerimiz tezek kokusuyla doldu, başkanın hanımı inekleri sağıyordu, 12 adet inekleri vardı. Başkan kooperatif yapısını şöyle anlattı;
‘’Üyelerimizin hepsinin tarlası var, hayvan yemi yetiştiririz, verimliliğimizi artırmak için uzmanlardan bilgi alırız, yetiştirdiğimiz ürünleri kooperatifin yem şirketine satarız, hayvanlarımızın yemini de şirketten bedeli karşılığı alırız. Sağdığımız sütü kapıdaki tanka pompalarız, kooperatifimizin süt ürünleri şirketi her sabah sütümüzü alır ve bedelini bize öder. Hepimiz her iki şirketin de ortağıyız, yıllık karlarından hissemize düşen payı da alırız. ‘’
Bu bilgileri aldıktan sonra evin hanımı bize bir şeyler ikram etmek için yaşam bölümüne davet etti, gördüğümüz ev lüks bir villaydı. Hanım eve geçerken iki oğlu olduğunu ama birinin haylaz olduğunu, tıp okuyup doktor olacağını (!), diğerinin kasabadaki Uygulamalı Hayvancılık Okulunda okuduğunu, boş günlerinde gelip okulda öğrendiklerini evdeki ineklere uyguladığını, okulu bitirip işin başına geçeceğini, anlattı…
Benzer kooperatif yapısı, bizim Konya ovasından biraz büyük Hollanda’yı tarım ve hayvancılıkta dünyanın en zengin ülkelerinin ön sırasına oturtuyor.
Evet, Sayın Bakanım, lütfen size ve ekibinize ışık tutacak canlı örnekleri Hollanda ve İspanya’da inceletin. Dört mevsim iklim koşullarına ve de büyük bölümü sulanan verimli tarım topraklarına sahip ülkemizi de, dünya tarım ve hayvancılık pazarlarında ön sıralara yerleştirin.