Geçenlerde bir dostum, ‘’Bulutlarda Uçmak Gibi’’ başlığını taşıyan bir ileti gönderdi, açtığımda çok heyecanlandım, başından sonuna dek izlerken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde eğitime devam ettiğim yıllardaki İstanbul’u gezerek yaşadım. Gezmeye içinde 5 eğitim yılımın geçtiği Taşkışla’dan başladım, karşısındaki Sheraton Oteli, Tenis Eskrim ve Dağcılık Kulübü, Hilton Oteli, Açık Hava Tiyatrosu, Elmadağ, Divan Oteli, Divan Pastanesi, Maçka, Nişantaşı, Teşvikiye, Beyoğlu caddeleri, tramvaylar, İstanbul Radyosu, Spor Sergi Salonu, Harbiye Komutanlık Binası, Kenter Tiyatrosu, Beşiktaş Dolmuşları, Vali Konağı, Dikilitaş, Rumeli Caddesi, Teşvikiye Camisi, Maçka Teknik Okulu, Maçka Parkı, Taşlık Taksim Gazinosu, Gazhane, Dolmabahçe Stadyumu, Dolmabahçe Saat Kulesi, Bebek Oteli, Aşiyan Restoran, Rum Tavernaları, Emirgan Çay Bahçeleri, Rumelihisarı, Balta Limanı, İstinye, Yeniköy, Tarabya… Evet üniversite yıllarımda, 1954-1959, ben bu İstanbul’u yaşadım. Taşkışla’da İTÜ İnşaat, Mimarlık ve Maden Fakülteleri hizmet veriyordu. Ben İnşaat, lise yıllarından beri sınıf arkadaşım rahmetli Teoman Özalp Mimarlık Fakültelerinde okuduk, bina içinde bir de Maden Fakültesi vardı. Stadyumun hemen üzerindeki Gümüşsuyu Öğrenci Yurdunda 5 yılımı geçirdim. Yurt hem Taşkışla’ya, hem de Beyoğlu’na yürüme mesafesindeydi. Gümüşsuyu Yurdu bizim Hilton Otelimizdi, sabah kahvaltımız, öğlen ve akşam yemeklerimiz maharetli Bolulu aşçılar tarafından hazırlanırdı ve çok leziz olurlardı. Ama o leziz öğle yemeğini yemek için sadece 10 dakikamız vardı, 12.50’de Taşkışla’da dersten çıkar, koşarak Taşkışla’ya gelirdik, 20 dakika yemek kuyruğunda beklerdik, yemek yemeğe 10 dakikamız kalırdı, bitirip hemen Taşkışla’ya koşardık, 14.00’da ders başlardı.
Evet Gümüşsuyu Yurdu bizim Hilton Otelimizdi, boğaza nazır odalarında 8 yatak vardı. Rahmetli Teoman Özalp ile 5 yıl aynı odada yattık, odamızın penceresinden Stadyumu ve Boğazı seyrederdik. Rahmetli babam bana her ay 130 TL harçlık gönderirdi,, Yapı Kredi Beyoğlu Şubesinin ilk müşterilerindendim, aylığımı hesabıma yatırır, harcadıkça 30’ar TL çekerdim, tasarrufluydum, ama İstanbul’un nimetlerinden de yararlanırdım, ay sonunda artan miktarlar hesapta birikirdi. Tasarruf deyince, yıllar sonra bir ABD ziyaretimde bir iş adamıyla yemek yerken yaşadığım bir davranış gözümün önünde canlandı. Yemekte iri bir parça biftek vardı, o tamamını yiyememiş, garsonu çağırıp, doggy bag, köpek paketi yapmasını istemişti ve bana dönerek, bu leziz eti köpeğe yedirir miyim, tabii kendim yiyeceğim, demişti. Oysa bizde, çok veya az gelirli olun, fark etmiyor, çöp kutuları ekmek ve yemek artıklarıyla dolu oluyor. Bizim evde ekmek buz dolabında saklanır, tabaklarımıza yiyeceğimiz kadar yemek konur, bir lokması bile çöpe atılmaz. İstanbul’un nimetlerinden, ama tasarruflu yaşam düzeninde, ben de yararlanırdım, bakın nasıl? Çarşamba akşamları Beyoğlu’nda, Yeni Melek Sineması’nda o haftanın filminin gala gecesi olurdu. Bizim Erhan diye muzip bir arkadaşımız vardır, Çarşamba gündüz seansına gider filmi seyrederdi, öğleden sonraki derse başlarken tahtaya filmin bitiş sahnesini yazardı, ama biz gene de akşam seansına en üst balkon, üçüncü sınıf biletimizle erkenden sinema girişindeki yerimizi alır ve şık tuvaletler içinde gala gecesine gelen İstanbul Sosyetesini seyrederdik, sonra da üçüncü kattaki duhuliye salonuna çıkardık.
Cumartesi günleri de Divan Oteli karşısındaki Şan Sineması’nda 15 günde bir icra edilen İstanbul Senfoni Orkestrası konserlerini kaçırmazdık. Bu zevki de yine, klasik batı müziği kültürü çok zengin olan sevgili Erhan yaşatırdı bize, konser öncesi izleyeceğimiz eserleri ve kompozitörlerini tanıtırdı. Yurtta da longplay plaklarla klasik müzik dinletirdi. Ben hayatımda Bursa Erkek Lisesi ortaokulu birinci sınıfındayken, müzik öğretmenimiz rahmetli Hüsnü dayının sınıfa getirdiği gramafonda çaldığı longplay plaklar ve onun anlatımlarıyla tanışmıştım klasik batı müziği ile. Her ikisinin benim ruhuma aşıladıkları klasik müzik sevgisi, yıllar sonra, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı iken, yine aynı sevgiyle dolu Uludağ Üniversitesi Rektörü Rahmetli Ayhan Kızıl ile kol kola girmemize ve Bursa Senfoni Orkestrası’nı kurmamıza vesile oldu. Bu arada ulaşımda genelde tramvayın yeşil renkli, ikinci sınıf arka vagonunu kullanırdık, öğrenci bileti 3 kuruştu. Bir lüksümüz de, genelde cumartesi akşamları, Boğazda, Ortaköy’de Agob’un meyhanesinde bir kadeh rakı eşliğinde yediğimiz, günün en ucuz balığı olurdu, sonra da Emirgan çay bahçesinde, çınar altında çay içme keyfini yaşardık. Velhasıl biz de eski İstanbul’un Üçüncü Sınıf Sosyetesiydik, ama tasarruflu yaşayan!!! Değerli okurlarımın Ramazan Bayramı’nı kutlarım.