Yanmazlık tekstilde önemli. Özellikle giyside çok daha önemli. Şu anda sosyal medyada dolaşan bir video var. Onu izlemek bile yanmazlığın ne kadar yaşamsal olduğunu anlamaya yeter de artar bile.

Bir ergen çalışan, çarşı içinde olduğu belli bir giyim dükkanının önünde oturuyor. Bu sırada içeriden kapıya doğru konumlanmış kamera kayıtta.

Kapı önündeki giysilere bakan bir kadın müşteri var ve arkası çocuğa dönük. Tam gitmeye niyetleniyorken, ergen elinde oynadığı çakmağı kadının etek kısmına doğru uzatıp çakıyor.

Çakmasıyla kadının alev topuna dönmesi bir oluyor. Ondan sonra “Vay ben ne yaptım?” demenin, dövünmenin, saç baş yolmanın faydası yok tabii.

Polyester ve naylon elyaftan kumaşlarda yanmazlık işlemi yapılmamışsa, bunları giymek inanın bir kaza anında cepte bomba taşımaktan daha tehlikelidir. 

Bizim neslin siyah okul önlükleri vardı. Onlar naylona naylon tabir edilen elyaftan (iplikten) üretilirdi. O yıllarda birçok sınıfta soba vardı. Birçoğumuzun önlüğü uzaktan maruz kaldığı soba sıcağından bile etkilenip büzüşüverirdi.

Yanmazlık apresi için üretilen farklı kimyasal maddeler bulunmaktadır. Bunların ortak yönü, tekstil ürünün ısınmasını önlemek, moleküllerin ısı ile parçalanmasını yavaşlatmak ve tutuşmanın başlamasını geciktirmektir. Boyahanede yapılan bu işlem sonucunda yanma işlemi gecikir ve kumaş güç tutuşur özellik kazanır.

Neredeyse yurtdışına ihraç edilen tüm ürünlerde, firmalar yanmazlığı olmayan ürün ürettirmez Ürettirseler bile bu ürünleri mağazalarında satmaları kanunen yasaktır. Bir ürünün yanmazlık özelliği olduğu etiketinde de belirtilmelidir.

Son günlerde “yanmaz kefen” lafını çok duyar oldum. Bu kumaştan yapılma kefen çok satılıyormuş. Gerçekten doğruysa yani kefen sırf yanmaz olduğu için tercih ediliyorsa, yanmazlık teknolojisini insanoğlunun hayatına sokan akıl bile şaşkınlıktan küçük dilini yutabilir.

Ne sanılıyor acaba? Yakınını kaybeden biri, “Abicim babamın kefeni yanmaz olsun, rahmetlinin çok günahı vardı, cehennemde yanmasın,” mı diyor mesela?

Kısacası bu olay, “Algımız nerelerde geziyor?” sorusunun cevabını da verdiği için inanınız, ülkem ile ilgili olan endişem daha da artıyor.

İnsan ölüyor, mezara konuyor. Üstü örtülünce mefta kalkıyor. Mezarda bulunan ve tünele açılan bir kapıdan öbür aleme doğru yürümeye başlıyor. Tünelin sonunda geniş bir salon var. Orada melek ve şeytan karşılıyor. İsim soyisim soruluyor. Defterden kontrol ediliyor. Günahkâr olan cehenneme yanmaya, günahsız olan cennete eğlenmeye gidiyor. Günahkârsan ve üstünde yanmaz kefen varsa yırttın. Yani algı bu mu?

Yahu bu olmasa, daha doğrusu kefen öbür tarafa gidilen somut bir yolculuk elbisesi sanılmasa, yanmaz olan tercih edilir mi?

Değerli dostlar, billboardlardaki bir söz geçtiğimiz günlerde bizi çok sarstı. Çok sert geldi hepimize:

“ÖLÜNCE BENİ KİM YIKAYACAK?”

Hele de bir dizinin reklam sloganı olduğunu öğrenince iyice gerildik ve kızdık. Bu ne ucuz bir işti canım, o kadar da olur muydu? Yani bir dizi izlensin diye bu da mı yapılacaktı? Zaten zor günler geçiren insanımızın geldiği son nokta mıydı bu? Ölmüştü de bir tek bu sorun mu duruyordu ortada?

Dün önüme düşen birçok kısa videodan etkilenip TRT’nin Tabii uygulamasını televizyonumuza indirdim. Ve “Gassal” dizisinin on bölümünü de akşam yemeğinden yatıncaya dek izleyip bitirdim.

Bu dizi TRT dışında başka bir özel kanalda oynasaydı her bölümünde linç edilecek bir yer mutlaka bulunurdu. “Gibi” dizini izleyenler bilir. Yeni bir akım başlattı Gibi’nin yetenekli senaristi ve oyuncusu Feyyaz Yiğit.

“Dizinin kahramanına ironi dolu soru sordurmak.”

Yani hayata tersten bakmak, yaptığımız her şeyi sorgulamak. En çok da kültürel, geleneksel ve dini inanışlarımızı. Hayatımızı bir kalıba sokan, bizi sıkan, yaşanası şu güzelim dünyayı çekilmez hale getiren saplantılarımızı, alışkanlıklarımızı, toplumun dayatmalarını. Cahilleştikçe bu dayatmaların daha da akıl dışı bir hâl aldığını…

Gassal aslında çok komik, daha doğrusu kara komik ve ağır bir dram. Her bölümün sonunda ortaya çıkan, arabesk müziğin en kült şarkılarını çalıp söyleyen o grup, on bölümü de ardı ardına izletme arzusuna esir ediyor insanı. Solist Şahin Kendirci çok parlıyor.

Gassal’dan sonra gasilhane ürkütücü gelmez artık yurdum insanına. “Ölü hamamı” der geçeriz. Gasilhaneye canlı olarak yolu düşenlerimiz sempatiyle bakar artık ölü yıkayıcıya yani Gassal’a. Ölü yıkamayı, kefenlemeyi bilmeyenimiz kalmaz. Hatta iş bulamayanlar, iş arayanlar “Acaba gassal olsam mı yahu?” diye sorarlar en az bir kez kendilerine. Çünkü Ahmet Kural bu işi, hayatta yapılabilecek en son işi muhteşem oyunculuğuyla havalı hale getirdi ya vallahi pes!

Son söz:

İnsan aldanmamalı, safsataya, akıl dışılığa teslim olmamalı. Tamam da bunu tek başına yapamaz ki. İnsan yavrusunun gözünü açtığı ortam öyle değilse ne yapsın?

En çok dini konularda aydınlanmak zorundayız. Zihnimiz pürü pak olmalı. Çünkü dini inanışlar hem bu dünyamızı hem öbür dünyamızı derinden etkiliyor.

Ey aymaz, ey gafil, yanmaz kefen giyen dedenin yanmayacağını sanıyorsan sen de yandın, deden de yandı. Seninle aynı toplumda yaşadığımız için biz de yandık.

Sanıyorum orada yangın söndürme tüpü de yok. Hem sana bir sır vereyim mi? Yanmaz kefen de bir süre sonra dayanamayıp yanıyor. Hele cehennem sıcağına hiç dayanamaz.