Gelişmekte olan ülkelerin belirli bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmeleri için yatırım yapmaları gerekmektedir. Ancak söz konusu bu ülkeler iç tasarrufların azlığı nedeniyle sermaye birikimi yetersizliği sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Bu nedenle birçok gelişmekte olan ülke yatırımları arttırmanın çözümü için dış borçlanmayı etkin bir yöntem olarak kullanmaktadır.
Dış borçlanmanın sürdürülebilirliği, borçlanmadan elde edilen kaynaklarla hükümet gelirlerinin gelecekteki borç servisini karşılayabilecek şekilde arttırılması ile mümkündür. Eğer alınan borçlar etkin ve verimli şekilde kullanılmıyorsa, giderek artan borç stoku ile borcun borçla ödenmesi durumu söz konusu olmaktadır. Türkiye’de ise geçiş garantili YİD sistemi ile çok yüksek faizli dış borçlanma yoluyla yatırım yapılmaktadır. Bugün Türkiye ekonomisinde yaşanan büyük sıkıntıların ana kaynağı, borç ödemelerindeki sıkışma, yanında artan bütçe ve dış ticaret açıklarıdır. Plansız ve hesapsız atıl yatırımlar ciddi sorundur.
Dış borçlar, ülkeye yabancı kaynak girişi sağladığı için ilk aşamada ekonomi üzerinde olumlu etki yaratmakta, buna karşılık anapara ve faiz ödemeleri döneminde ise kaynak transferi söz konusu olacağından ekonomi üzerinde olumsuz etkiye yol açmaktadır. Devletler kamu harcamalarının finansman kaynağı olarak vergiler, emisyon ve borçlanmadan yararlanmaktadırlar. Ancak emisyon imkânı olmayan ülkeler için finansman kaynağı olarak sadece vergiler ve borçlanma yöntemleri kullanılmaktadır. Yapılan büyük zamların kaçınılmaz hale gelmesi, gelirlerin arttırılması mecburiyetindendir.
Krizler gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından her zaman karşı karşıya kalınabilecek bir risk unsurudur. Bu nedenle önemli olan ülkelerin yaşanan krizlerden ders alarak, geleceğe yönelik hedeflerini belirlerken herhangi bir krize karşı dayanıklı ve sağlam bir ekonomik temel oluşturulmasıdır. Türkiye 2001 krizi sonrası gerçekleştirilen reformlar sayesinde küresel kriz döneminde, kamu açığı ve dış borç stoku artışına rağmen mali disiplinini sürdürmeyi başarmıştır. Ancak dış ticaret ve cari işlemler açığında yaşanan artışlar, Türkiye ekonomisi üzerinde ciddi bir kırılganlık ve istikrarsızlık yaratmaktadır. Avrupa Borç Krizi sonucunda, ihracatımızda önemli bir paya sahip olan AB ülkelerinin payında düşüş yaşanmıştır. Öte yandan 2011 yıllına kadar Türkiye ekonomisi krizin etkilerini nispeten az hissetmiş ve yüksek oranda bir büyüme sağlamıştır. Ancak bu büyümenin sağlam bir yapıya dayanması gereklidir. Üretimde ithalata bağlı yapı değiştirilmeli ve katma değeri yüksek ürünlerin üretimine yönelik sektörlere ağırlık verilmelidir. İşte bu dersi almayan Türkiye ekonomisi giderek mali disiplinden uzaklaşmış, tüm ekonomik verileri süratle bozulmaya başlamıştır. Bugün geldiğimiz noktada alınması gereken hayati tedbirler ise atlanmıştır. Önümüzde zor günler olduğu aşikâr. Umarız uzmanlarımız kısa sürede bu kötü gidişi durduracak çareler üretebilir.