Deprem elbette en hayati sorunlardan birisi. Memleket topraklarının %93’ünün deprem bölgesinde olması, 55 şehrimizin aktif fay hatları üzerinde ya da yakınında kurulmuş olması ve bizi yönetenlerin bu çok ciddi tehlikeye karşı tedbir ve hazırlık konusunda büyük ihmalleri olması, meselenin ciddiyetini anlayamayacak kadar politize durumda olmaları en önemli problemlerimizden birisi. Nice yıkıcı deprem, binlerce can kaybı, milyarlarca lira telafi zarureti yaşamak dahi bu ihmaller ve duyarsızlıklar silsilesinin tutarlı iradesini kıramadı ve en son 6 Şubat sabahı saat 4.17’de 55 bine yakın can kaybının yaşandığı bir yenisi, 10 şehrimizi birden büyük dramlara, memleketimizin tamamını dayanılmaz acılara mahkûm etti. 23 sene önce Marmara Bölgesi’nde yaşanmış bir başka ibretlik deprem, orada yaşanan dramlar, 19 bin hayatın sönüşü çabucak unutuldu. Bir taraftan her 17 Ağustos’ta “Unutmayacağız, unutturmayacağız” gösterisi yapılırken diğer taraftan imar barışı müjdeleri dağıtıldı. Beklenen büyük tehlikeye her gün biraz daha yaklaşan İstanbul’u ve Bursa’yı ve diğer kentlerimizi kentsel dönüşüm projeleri ile güçlendirmek yerine çürük binalara ruhsat vererek insanlar karanlığa çaresizliğe terk edildi. Neticede 6 Şubat’ta bir büyük ders daha yaşandı. Allah beterlerinden saklasın. Ancak her türlü bilimsel uyarı ve araştırmayı yok sayan bu cehalet ve vurdum duymazlığın bitmediğini deprem sonrası yaşananlarla bir kez daha gördük.
Bir başka büyük sorun yönetimde bilimsel, planlı ve kurallı profesyonel anlayış yerine, kuralsız, duruma göre değişen, kişiye bağlı anlayış biçiminin tercih edilmesi. Buna bağlı olarak da ekonomik, sosyal ve toplumsal sorunlarda teşhis ve tedavi hataları yapılması. Ülkemiz ekonomisi özelleştirmelerle gelen bol paranın da katkısı ile kısa bir süre önce toparlanmaya başlamışken, son 5-6 yılda sorumsuzca yapılan yönetim hataları ile yeniden bir krizle karşılaştı. Plansızlıklar sonucu yapılan hatalar ile her 20-25 senede bir ekonomik krizlerle sarsılan ülkemiz bu kez dünyayı saran pandemi ve uzantısı ek problemlerle korunmasız şekilde baş başa kaldı. Böylesi dünya çapında büyük kriz ortamlarında pusulasız ve korunmasız kalmanın en önemli nedeni ise yine plansızlık. Planlamayı, bilimselliği sevmeyen, her türlü planı reddeden, canı istediği gibi hareket etmeyi tercih eden istikrarsız yönetim anlayışı ne yazık ki pimi çekilmiş el bombası misali bir tehlike. Enflasyon gibi felaketlerin başınıza musallat olması ise sonuç. Hele ki rakamları saptırmak, yasakla ya da geçici tedbirlerle aşmaya çalışmak daha büyük hata. Piyasa denetiminin kaybı da bunun sonucu. Seçim sistemimizin mutlaka gözden geçirilmesinin şart olduğu aşikâr. Eğitim sorunu var. Ülke insanımız ve geleceğimiz dediğimiz çocuklarımızın eğitimi en önemli hatta kaynak meselelerden birisi. Her gün daha iyi olmak yerine daha kötü sonuçlar veren bir eğitim sistemi var. Her gelenin kurcaladığı, defalarca değiştirilmiş adeta sistemsizliğin sistem sayıldığı bir uygulama. Ekonomide, teknolojide, insan haklarında sürekli daha fazla mükemmellik peşinde olan gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleri açık seçik ortada iken, sürekli ne aradığını bilmeyen bir değişiklik silsilesine tabi tutulan eğitim sisteminden başarı beklenmesi hayal. Sanki en kötüsü olsa da bir 10 yıl hiç değiştirilmese bugünkünden daha iyi olacakmış gibi geliyor. Sonuçta ‘Cehalet’ en büyük sorunlardan birisi.
Üretim sorunu var. Dünyanın en verimli topraklarına sahip ülkemizde, tarım ve hayvancılık her gün biraz daha geriye doğru giderken, yöneticiler dünyanın dört bir yanında tarım toprakları kiralama peşinde. Bu ülkedeki tarım planlaması, tarım girdilerinin gübrenin, tohumun, yemin, ürün fiyatları ile orantılı sunulması, çiftçinin üretme gayretine güç verilmesi, kooperatifleşmenin özendirilmesi gibi yapılacak pek çok hizmet gerekmekte.
Adalette, güven endeksinde sorunlar çok. Ancak hepsinin özeti, giderek yozlaşan ‘Siyaset’. Parti başkanı tercihi ile milletvekili olabilmek. Milletvekilliğinin meslek haline gelmesi, emekli olması. Siyasetin bir rant aracı haline gelmesi. Devlet malının kamu malı olduğunun unutulması. Bunlar bugünün sıkıntıları da değil. 50 sene önce de aynı şeyler söylenmekte idi. Ancak cesaretin ve dozun sürekli artarak bugünlere gelindiği görülüyor. Düzelecek elbet. Ancak düzeltecekle düzeni bozulacak aynı kişiler olunca toplumdan yana sağlam irade ve toplumun sandığa gitme zamanı geldiğinde tepkisini sandıkta göstermesi gerekiyor.