17 yaşımda, eski adı ile Ulucadde, yeni adı ise Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde iş hayatıma başladım.
4 yıllık işçilik hayatımın sonunda şu anki işimin ana bilgilerini ve temellerini o iş yerinde öğrenmiştim.
İlk işe başladığımda ilkem ve hedefim belki işimi şimdiki kadar büyütmek değildi ama hedefim ve ilkem süreklilik idi.
Yeni kurmuş olduğum iş yerinin bir kuruluş olduğunu ticaret lisesinde öğrenmiştim.
Kuruluşumun uzun yaşamasının gerekliliği için elimden gelen her şeyi yaptım ve yapmaya devam ediyorum.
Geçen hafta aile şirketlerinde kuşak değişimini yazacağımı söylemiştim fakat düşündüm taşındım, bu konuda ahkam kesmek istemiyorum.
Çünkü çok bilimsel bir konu ve kendi yaptıklarımı da çok doğruymuş gibi asla anlatmak istemem.
Dolayısı ile çok kısa bir şeklide tecrübelerimden ve çok sayıda şirket sahibi ile bu konuyu konuştuğum için minik bir özetle gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
Elliye yakın kurucu iş insanı ile görüştüm, bunlar Türkiye’nin her kesiminde şirket kurmuş iş insanları.
Her şirketin kendine göre gerçekleri ve hikayeleri var.
Bazı şirkette en çok zorlanılan durum, aile bireylerinin işe adaptasyonu.
Bazı kurucu ortaklar çok despot, ne demek işi devretmek, ölünceye kadar işin başında var olma isteği var.
Bir taraftan da aile anayasası yapmış ve çok güzel yönetilen şirketler var, onlardaki gözlemim ise şu; Genel olarak aileden bir lider var.
Bu lider etrafında toplanılmış fakat yanlarında profesyoneller de var.
İyi yönetilen, üçüncü kuşağa devredilmiş ve dördüncü kuşağa devretme hazırlığı içinde olan 90 yıllık bir şirket var.
Bu şirket ise çok enteresan, kurucu 102 yaşında ölmüş, düzenli olarak işe gelip gitmesine rağmen hiçbir şeye karışmamış.
Aynı şirkette kurucular kurulu diye bir hakem heyeti var.
Başka şirket sahipleri en gizemli akraba ilişkilerine kadar bana aktardılar fakat benden öteye gitmez bu bilgiler.
Bazı şirketler en büyük zararların, yeni kuşakların eğitimsizliğinden kaynaklandığını aktarıyorlar.
Açıkçası ben genel olarak şirketlerin yeni kuşaklara devredilmesinde kurucuların tutumunun çok önemli olduğuna ve bir sistem üzerine oturtulması gerekliliğine, kurucu ortakların yeniliğe karşı olmamaları durumunda işlerin daha kolay olacağına, her şeyden önce mutlaka şirketlerin kurumsal yapılarının çağa uygun olması ve kurumsal kimliğini yazıya dökerek hukuksal bir çerçevede ele almalarını gerektiğine inananlardanım.
En önemli gözlemlerimden biri ise şu; Mutlaka çağa uygun hareket eden ve şirket içi eğitimler ile insan kaynağını mesleklerine göre yetiştirerek profesyonel yöneticileri kendi bünyelerinde oluşturan şirketlerin bu işi tam anlamı ile uyguladıklarına şahit oldum.
Şirketler yönetim sistemlerini dijital veri sistemine ve çağa uygun hale getirmelidirler. Sistemlerinin yazılımları oluşturulurken yönetim, finans, insan kaynakları, üretim ve satış gibi bölümlerin birbirlerine entegre olmasına dikkat etmelidirler. Geçmişte konvansiyonel sistemle başarı elde edilmiş yönetim modellerini dijital sisteme dönüştürmelidirler. Bu dönüşümü mutlaka yeni jenerasyonla birlikte ele almalıdırlar, onların da fikirlerine danışmalıdırlar.
Son olarak değinmeden geçemeyeceğim nokta ise şirketlerin çalışanlarına aidiyet duygusu aşılamaları gerekliliği. İşverenlerin de çalışanların da şirket yaşarsa var olacaklarına, iyi ve kaliteli bir yaşam süreceklerine inanmaları gerektiğini düşünüyorum.