1972 yılında ABD’de çevrilen Godfather filminde, Corleone ailesi yemek masasında oturmuş yemek yerken aynı zamanda hasımlarından haber beklemektedir. Masada tabak, çatal, bıçak yoktur. Yemeğin dışarıdan söylendiğini belli eden kutular vardır ve bu ambalajların hepsinde firmanın logoları yer alır. Bu durum, o firmanın evlere yemek servisinin yaygın olduğunu, o bölgede böyle bir kültürün oluştuğunu ve insanların buna para verebilecek durumda olduğunu gösterir.

Buradan yola çıkarak, 1972 yılında ABD’de paket servisin boyutunu anlamış olabiliriz. Ancak durum tam olarak böyle değildir. Film bir dönem filmidir ve masanın etrafındaki insanlar, rol gereği 1946 yılını yaşamaktadır. Biz o filmi izlerken arabasından giysisine, dekorundan yemeğine kadar 1940’lı yılları görmekteyiz.

Bizde ise dışarıdan bir şey alıp evde yeme alışkanlığı, (Amerikan filmlerinden görerek alıştığımız, doğum günlerinde pasta üzerine mum dikme ve üfleme geleneğini saymazsak) neredeyse 21. yüzyılın ilk çeyreğine kadar, seyyardan alınan, gazete kağıdına sarılmış “köfte ekmek hazır yemekten” öteye geçmemiştir.

***

Yine 1972 yılında bir İngiliz biyolog, çocuk sahibi olmak isteyen ama olamayan çiftlere umut ışığı olacak bir çalışmaya başlar. Yanında genç bir hemşire vardır. Normal yollarla döllenemeyen kadınlardan ve eşlerinden alınan üreme hücrelerini laboratuvar ortamında birleştirmeyi, döllenme gerçekleştikten sonra embriyoyu tekrar ana rahmine yerleştirerek bebeğin gelişimini sağlamayı hedeflerler.

O dönemde İngiltere’de bile bu fikri anlatmak zordur. Henüz fikir aşamasındayken bile milyonlarca insan, bu yöntemin şeytani bir iş olduğu konusunda hemfikirdir. Hatta hemşirenin annesi de dahil olmak üzere, pek çok kişi bu girişimin büyük bir günah olduğunu düşünmektedir. Annesi, kızını reddeder ve evine sokmaz.

Bu biyolog ve hemşire, yaşlı bir kadın doğum uzmanını projeye dahil etmeyi başarır. Uygulamayı gerçekleştirecek bir uzman olmadan bu çalışmanın başarıya ulaşamayacağını bilirler. Profesör, üniversiteyi ikna eder ve zorlu bir süreç başlar. Teknik ve sosyal pek çok sorunla karşılaşırlar, ancak henüz 1980’lere girmeden, ilk tüp bebek İngiltere’de dünyaya gözlerini açar.

Bugün, binlerce insan bu yöntemle çocuk sahibi olabiliyor. Ancak ne acıdır ki projede çalışan hemşirenin kendisi çocuk sahibi olamaz. Muayene olduğu bilge profesör, ona şu sözleri söyler:

“Şu anki bilgimizle, senin tüp bebek yöntemiyle bile çocuk sahibi olman mümkün değil.”

Bu sözler, bilimsel çalışmaların sürmesi gerektiğini gösteriyor. Bilimsel çalışmalar devam etmeli ki bugün bilmediğimiz birçok bilgiye yarın ulaşabilelim.

Yani sevgili dostlar; hiçbir bilgi çalışmadan “köfte ekmek hazır yemek” gibi önümüze gelmiyor. Eğer geliyorsa, bunun bedelini ödemek zorundayız: patent, malzeme, ham madde, araç-gereç ve belki de makine.

İngiltere, Darwin’in çalışmalarında da benzer bir tavır sergilemiştir. Kilise karşı çıkarken, ülkenin yöneticileri Darwin’e bilimsel çalışmalarını sürdürebilmesi için büyük bir bina inşa etmişlerdir. Yönetim, bu tartışmalara karışmadığı gibi, bilim ve din insanlarının birbirine müdahale etmemesini de sağlamıştır.

Sonuç olarak çalışan, üreten ve ilerleyen toplumlar zenginleşirken; yatıp tüketen toplumlar fakirleşiyor. Fakirleşen borç alıyor, borç alan ise buyruk altına giriyor.

Cepte köfte ekmek alacak para kalmadığında, “Allah bizi yoklukla sınıyor” diyoruz.

Ah, güzel kardeşim, biraz kafayı çalıştırsak da varlıkla sınansak daha iyi olmaz mı?

Esen kalın, sevgili dostlar!