Ülkemizin yazılması gereken pek çok konusu varken fındıkla ilgili üç yazı yazmak bazı arkadaşlarımız için fazla görülebilir. Müsamahanıza sığınarak şunu söylemek istiyorum. Ben Akçaabat’ın bir köyünde doğdum. Eski adı Mayer olan bu köyün şimdiki adı Fındıklı. Dedemin eskiden mısır ekilen arazisinin şu anda tamamı fındıklık. Yılda en az bir kez memlekete gidip; köyümü, dede ocağımızı ziyaret ediyorum. Dayı-teyze çocuklarımın evleri var ama onlar da sadece yazın köye geliyorlar. Özetle Fındıklı köyünün her tarafı fındık ama yerleşik nüfus gittikçe azalıyor. Bu seri yazıda yalnız Trabzon için değil, tüm Karadeniz Bölgesi için sorunun bazı yönlerini dillendirmeye çalışıyorum. Devam edelim.
Dünyada fındığın %70’i çikolata sanayiinde kullanılıyor. %20’si pastane ve bisküvi mamüllerinde tercih edilirken, geri kalan %10’luk kısmı ise kuruyemiş ve yağ sanayiinde ham madde olarak kullanılıyor.
Sağlıklı, besleyici ve tüketilmesi tavsiye edilen lezzetli bir ürün olan fındığın ne kadar değerli olduğunun farkına vararak fındıkta yeni bir stratejiye ihtiyacımız var. O zaman fındığı verimli ve kaliteli şekilde üretip, inovasyonla katma değerli bir ürüne dönüştürerek ambalajın içinde markalı bir şekilde pazarlayabilmek şansına sahip oluruz. Satmak değil pazarlamak...
Yıllardır; yoğunluklu olarak, kabuklu ya da iç fındık şeklinde satıyoruz. Bu, işin en kolay ve ucuz yolu. Hollanda, İspanya, Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerinin; sanayinin yanında, tarımsal ürünlerde ne kadar başarılı olduklarını görüyoruz. Peynir, zeytin (Zeytinyağı), üzüm (Şarap) gibi.
Önceki yazılarımda da belirttim. 800 bin kilometrekarelik yurdumuzda; sayısız ovamızda, dört mevsimin doya doya yaşandığı ülkemizde, dünya gıda sistemine daha çok ve çeşitli ürünle katkıda bulunabilir, döviz gelirimizi arttırabiliriz. Şu andaki durumumuz tam bir tembellik ve vurdumduymazlık. Arada çok gayretli çalışanlar da var ama bilinçsiz ve bilgi yetersizliği ile yapılan çalışmalar maalesef beklenen sonucu vermiyor.
Fındıkla ilgili önceki yazılarımda bunu tüm teknik yönleriyle açıkladım. Tarımsal ürünlerin bir bölümü, yıl boyunca ilgi istiyor. Bunun en yoğunu tütündür. Tohumunu fideliğe dikmek ile ürünün parasını almak arasında en az 13 ay geçer. Çocukluğumda tütün ziraatını da izlediğimden, (tütün dizdiğimden) bunu yakından yaşadım. Dünyadaki gelişmeler nedeniyle ülkemizde tütün tarımı öldürüldü. Artık ABD’den gelen tütünler az miktardaki bizim tütünle harmanlanıp yabancı markalı sigara yapılıyor. Halbuki eskiden; Amerikan sigaralarının bazılarının üzerinde “Türk tütünü ile harmanlanmıştır” ibaresi konuluyordu. Şimdi dünyadaki genel tarz şudur. Üretebilmek yeterli değil. Önemli olan pazarlayabilmek. Ticaret, organizasyon, inovasyon üretimin önüne geçti. Teselli eden bir gelişme ise artık devletin de bunun önemini kavramış olması. Bu yılın Ekim ayı ihracat rakamlarını dillendirip duruyorlar. Ne güzel. Paramızın değer kaybının bunda katkısı var. Ama katma değeri ne kadar, ithalatın bu ihracata katkısı ne, sürdürülebilecek mi bilemiyorum.
Bir anıyla bu konuyu tamamlamak istiyorum. Bir tarihte Sapanca’da bir otelde bir toplantıya katılıyorum. Tesadüfen fındık ihracatını masaya yatırmış bir grup da çalışma için o oteldeydi. Selamlaştıktan sonra kendimi tanıttım, fındıkla ilgimi söyledim. “Biraz fındık yiyebilir miyiz?” dedim. Bana, “fındık getirmedik” dediler. Tam bir komedi idi.
Başka konularda buluşmak umuduyla, hoşça kalın.