Bugün artık sadece bir ürün üretmek yetmiyor. Marka olmak; bir duruş, bir hayat tarzı sunmak, tüketicinin zihninde anlamlı bir yer edinmek anlamına geliyor. Hatta bazen bir kelime, bir his çağrıştırıyor. Tıpkı “Apple” deyince sadece telefon değil, bir dünya hayal etmemiz gibi…
İşte bu yüzden sadece ana marka değil, onun altında şekillenen alt markalar da artık markalaşma sürecinin önemli parçalarından biri.
Bir firmanın pek çok markasının olduğunu genel olarak görsek ve bilsek de bazen üstünde çok düşünmeyebiliyoruz. Ana marka, şirketin ana yüzü. Güven, kalite, değer gibi temel mesajları taşıyor. Alt markalar ise bu çatı altında doğan, farklı hedef kitlelere, farklı tasarımlara veya fiyat segmentlerine hitap eden ayrı kimlikler.
Bunu şöyle düşünelim: Bir ağacınız var. Ana marka gövdeyse, alt markalar dallar. Her biri başka yöne büyüyor ama aynı kökten besleniyor.
Alt marka kurmak, sadece “daha çok ürün çıkaralım” demek değil. Aslında markanızın esneklik kazanmasını, daha geniş kitlelere ulaşmasını ve yeni şeyler denemesini sağlıyor.
Farklı sebeplerle pek çok firma alt markalar oluşturabiliyor. Her alt marka yeni bir marka olduğundan, her bir marka için ayrı tescil alınması o markaların korunurluğu açısından da zorunlu.
Farklı segmentlere ulaşmak için bir alt marka yaratılabilir. Mesela, gençlere, yüksek gelir grubuna ya da fiyat odaklı tüketiciye ayrı seslenebilmek için farklı markalar farklı fiyatlarla sunulabilir. Farklı bir bakış açısıyla cesur bir tasarım, deneysel bir ürü ilk kez bir alt marka altında denenebilir. Tüketici ana markaya güvenir ve alt markayı daha kolay benimser.
Örnek verecek olursak;
- Vakko gibi bir lüks modanın dev ismi, daha genç ve enerjik bir kitleye Vakkorama ile ulaşıyor.
- Arçelik, kendi çatısı altında Beko, Grundig, Altus gibi alt markalarla farklı bütçelere hitap ediyor.
- BSH Grubu, Bosch, Siemens ve Gaggenau ile kalite, teknoloji ve ultra lüks segmentleri aynı anda yönetiyor.
Birçok firma, ürün ya da hizmetlerine alt marka adı veriyor ama tescil ettirmeyi unutuyor. Ya da “zaten ana markamız var” diyerek alt markayı koruma altına almıyor. Oysa bir gün geliyor, o alt markanın başka biri tarafından tescil ettirildiğini öğreniyorsunuz. İşte o zaman markalaşma süreci değil, kriz yönetimi başlıyor.
Çünkü biliyorlar ki sadece marka yaratmak değil, onu korumak da işin bir parçası.
Tüm markaların taklit edilmemesi ve büyüdükçe güçlenmesi için onları hukuki olarak da tanımlamak ve tescil ettirmek gerekir.