Geçen 4 ayda döviz kurları 32.50 ile 32.85 arasında gidip geldi. Dövizin baskı altında tutulduğu ortada. Aynı 4 aydır bankalar Türk Lirasına aylık yüzde 50 ile yüzde 60 arasında faizler verdi. Yurt dışında ya da içinde dövize verilen faiz ise yüzde 2-3 seviyelerinde. İşte bu süre içinde örneğin 100.000 doları olup da 32,5 kurla bozduranlar ve yüzde 55 faizle 1 ay vadeli yatıranlar, 100 bin doların karşılığı 3.250.000 tl ve 1 aylık faizi 149.000 TL aldılar. Bunu aynı kurla yeniden dolara dönerseniz 104,585 dolarınız olacaktır. Dolar olarak 1 ay faizde tutsaydınız en fazla 3.000 dolar faiz alacaktınız. Ek getiri yüzde 50’den fazla ve 1.585 dolar karşılığı 51.480 Türk lirası. Elbette ufak kur farkları, alım satım farkı ve kazanç vergisini düşmeniz gerekir ancak özde bu 1 aylık fark 3 asgari ücrete tekâmül eder.

    Görülüyor ki TCMB ve Maliye bir taraftan ihracatçıyı koruma, diğer taraftan enflasyonu kışkırtmama kaygısı ile bir miktar kaynağın kaybını ön görmüş. Bu zararı azaltma çabası ile de yüzde 2,5 olan kazanç vergisini yüzde 7,5’a çıkartmıştır. Ancak bu yöntemler bir tedavi değil, klasik gün kurtarma politikaları. Aynen TÜİK’in politikaları gibi. Enflasyon az çıksın diye kira fiyatlarını, doktor vizite ücretlerini ve daha pek çok şeyi bilerek az gösterme çabası da benzer bir zorlama yöntem. Aslında etliye sütlüye dokunulmuyor, sadece boşluk doldurulmaya, çark döndürülmeye çalışılıyor. Akıl almıyor ancak iktidar 20 yıldır bilim dışı yöntemlerle, üretmeden tüketen politikalardan taviz vermemekte ısrarlı. Memleketin bütün ekonomistleri üretimi desteklemeden enflasyon kalıcı olarak düşmez, ekonomi kalıcı şekilde düzelmez derken, iktidar rakam oyunları ile ekonomi yönettiğini zannediyor ya da bütün dünya faiz arttırırken faiz düşürme gibi literatür de yeri olmayan uygulaması görülmemiş politikalarla denemeler yapmaya kalkılıyor, sonra da sonuçlardan onlar sorumlu değilmiş gibi, “en kötüsü geride kaldı” gibi mitomanik söylemlerle başarılı olduğunu zannediyor. Ancak verilere dikkatle bakıldığında hemen her konuda özellikle ekonomik göstergelerde her ay bir önceki aya göre daha kötü noktada olunduğu saklanamıyor.

 Sayın Nebati ile san Şimşek arası, 12 aylık dönemde, nakit açığı 392,8 milyar TL ve yüzde 95,2 artarak 412,64 milyar TL’den 805,44 milyar TL’ye çıktı. 2024 bütçesinde ise devasa vergi gelirine rağmen öngörülen bütçe açığı 2 trilyon 652 milyar lira oldu. Hazine’nin 12 aylık nakit açığı, TÜİK enflasyonundan daha hızlı artmış durumda. Sonuç olarak iki dönemi, miktarlar bazında karşılaştırdığımızda bütçe açığı ve borçlanma faturalarını giderek ağırlaştıran bir büyüme görüyoruz. Yüzde 4,5’lik büyümenin dolaylı vergilerde yarattığı artışa ve buna ek olarak vergi oran ve miktarlarında yapılan artışlara rağmen bütçe dengelerinde olumlu bir değişiklik yok. Yapısal dengeleri yansıtan oranlara baktığımızda da Nebati’nin “heterodoks” bütçesi ile Şimşek’in bütçesi arasında yapısal bir fark gözükmüyor. Oranların çoğu, Nebati’nin “heterodoks” bütçesinde gördüklerimizle neredeyse tamı tamına aynı.