Koronadan ötürü memleketim Trabzon’a 2 yıldır gi­dememiştim. Bu defa 17 günlük bir program yap­tım ve Bursa’dan Trabzon’a 26 Ağustos’ta direkt olarak uçtum. 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra memlekete vardım.

42 yıldır Bursa’da yaşıyorum. Trabzon’da 25 yıl yaşadı­ğıma göre önemli ölçüde Bursalı sayılırım. Ama mem­lekette kardeşlerim, akrabalarım, arkadaşlarım var. Bu sosyolojik durum pek çok insanımız için geçerli. Hele Bursa bu konuda bir laboratuvar gibi. 93 muhacirliğin­den başlayarak devamlı göç almış bir il. Bursa’da bazı köyler ve mahalleler sadece bir yöreden göç almış. Gü­nümüzde durum biraz daha farklı. Artık Bursalı olmaya çalışıyoruz. Yoksa kentin sahibi değil, misafiri duru­muna düşeriz. Sahiplenme azalır, denetim hafifler ve hep birlikte şikayetçi oluruz.

Gelelim Trabzon’daki izlenimlerime. Öncelikle, kent merkezi nüfusu çocukluğumdaki 42 binden 312 bine yükselmiş. O coğrafya, o alan; bu artan nüfusun yaşayabileceği kadar büyük değil. Bir de köylerde yaşa­yıp kentte çalışanlar var. Bunların da ulaşımda yarattığı bir yoğunluk var. Bütün bu gelişmelere bir de Arap tu­ristler eklenince, ilin ve kentin yönetimi zorlu bir uğraş gerektiriyor.

Konut açısından; bir yandan yıkım bir yandan yapım devam ediyor. Kentin genel silueti her yıl biraz daha değişiyor. Trabzon’un o klasik tarihi mima­risi yok oluyor. Köy­lerde bile çok katlı (örneğin 5 kat) yapılar gördüm. Köyde hemen her evde bir araç olduğundan, mecburen eve kadar yol yapılıyor. Köylerde artık o şirin patika yol­lar kalmadı. Klasik köy bakkaliyesi de yok. Evlerde mısır ekmeği pek yapılmıyor. As­lında mısır tarlaları da hep fındıklık olmuş. Herkes 1 ay fındık için çalışıp, 11 ay yatıyor.

Kentte ticaret konusu; gıda, giyim ve benzeri işlerle ilgili hale gelmiş. Sanayi hemen hemen yok gibi. Kuru­luşunu bildiğim ve 7 yıl çalıştığım çimento fabrikası yı­kılıp kaldırılmış. Yerine ne yapılacağı belli değil.

Turistler veya yabancılar yalnız Arapların zenginleri değil. Fakir Suriyeliler ve Afganlılar da var. Kimi dileni­yor, kimi çöp topluyor.

Trabzon aynı zamanda 1963’ten beri bir üniversite kenti. 2 devlet üni­versitesi ve 1 özel üniversite var.

Yurt dışında çalı­şanların Trabzon’da gerçekleştirdikleri girişimler var. Kısa­cası üretimi az, tü­ketimi çok bir il durumunda.

Hep olumsuz şeyler mi var? Değil... İyi şeyler de yapılmış. Şehrin merkezindeki iki vadi 50’li yıllardan başlayarak gece­kondulaşmıştı. Bu vadiler tümüyle temizlenip, yeşil alan ve uygun mimaride kamu yapılarıyla donatıldı. Ör­neğin; öğretmen evi ve bir ilköğretim okulu gibi.

Ulaşım başlı başına önemli bir sorun. Orta ve üst gelir gruplarının otomobil sahibi oluşu ulaşımda bir dar boğaz meydana getirmiş. Özellikle yaz mevsiminde araçlarıyla tatile gelenlerle birlikte, kent merkezinde ciddi bir otopark ihtiyacı doğmuş. Kent merkezinde katlı bir otopark yapılmış. Asansörlü tip. Aynı yapıda AVM de inşa edilmiş. Binanın işletilmesi (AVM ve oto­park konusu) sorun yaratmış. Bu nedenle otopark iki yıldır çalışmıyor.

Kent halkına sorarsanız önceki başkan iki dönemde de başarısız olmuştu. Şimdiki başkan, valilik yapmış bir kişi, ama buna oy verenler de bu başkandan şikayetçi. Garip bir durum. Aynı siyaset kenti uzun süredir yöneti­yor, başarısız bulunuyor ama yine aynı parti seçiliyor. Ama olanlar, ülkemizin ve özellikle Karadeniz Bölge­si’nin şirin bir kentine oluyor.

Benim kişisel görüşüm; ülkemizde hiçbir kent ve ilçe merkezine bilimsel olarak hesaplanmış bir nü­fustan fazlası yerleşmemeli. İstanbul’un durumu or­tada. Benim öğrenciliğim sırasında İstanbul’un nüfusu 2,5 milyondu. Şimdi 16 milyon ve yönetilemiyor. Popü­list yaklaşımlar Trabzon dahil bazı kentlerimizi yaşan­maz hale getiriyor. Artık şirinlikten vazgeçmeli, incitiyor ve acıtıyor olsa da zorunlu tedbirleri almalıyız.

Herkesin mutlu kentlerde yaşamasını temenni ediyorum.