Küresel Isınma konusunda bilim insanlarının aktardığı bilgileri sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
Ortaçağda yaşanan Küresel Isınmanın ardından Küresel Soğuma Dönemi geldi. 1400-1850 arası yaşanan bu döneme Küçük Buzul Devri denir. Sıcaklıkların 1-3,5C düştüğü, buzulların kutuplardan güneye doğru ilerlediği, bilinmekte. Bu dönem günümüzde yaşanan son soğuk dönemdir. Aynı zamanda iklimde yaşanan dönüşümlere ayak uydurulmasının nelere mal olacağının somut örneğidir. Dünyanın soğuk bölgelerinde açlık ve kıtlığın ortaya çıkmasına, siyasal gelişmelere ve göçlere neden olduğu, bilinir. Örneğin Fransız İhtilalinin oluşumunda ortaya çıkan kıtlık süreci, Osmanlı döneminde Anadolu’da oluşan Celali İsyanında yaşanan kıtlık.
Yerkürenin yaşadığı ısınma ve soğuma dönemlerinde büyük değişimler yaşandı. Bu değişimler sonunda bazı yok oluşlar yaşandı, bilim insanları yeni bir yok oluşun önünü kesmeye çalışıyor. Peki, çağlar önce yaşanan yok oluş ile bizi bekleyen tehlike aynı mı? Çok önemli bir farkı var, geçmişteki ısınma olayının insanın atmosfere salınımları nedeniyle olmadığını biliyoruz, küçük buzul çağı dediğimiz soğuma da insanın atmosfere bıraktığı salınımlar nedeniyle değil, iklim sisteminde küçük değişimlerdi bunlar.
Atmosferin birleşimi hep aynı mı kaldı? Değil, bu değişimin son 400-500 bin yılını biliyoruz, ama bugün yaşamaya başladığımız değişim gibi değil. O değişimin insan faktörü etkin değildi, iklim sisteminin kendi dinamiklerinin ortaya çıkmış değişimleriydi.
Bir genel kural vardır, ne en güçlü olan hayatta kalır, ne de en zeki olan, değişime en hızlı uyum sağlayandır, ayakta kalan. Bir insan ömründen daha kısa zamanda bugünkü pek çok alışkanlığınızı değiştirmek ne kadar kolay olabilir. Su, beslenme, güvenlik, giyinme gibi radikal değişimlere ne kadar hazırlıklıyız? İnsan beslenmesinin ana gıdaları olan mısır, buğday, pirincin üretimi 30-40 yılda yarı yarıya düştüğünde ayakta kalmayı nasıl becereceğiz? 2030’da susuzluktan dolayı göç etmek zorunda kalacak 700 milyon kişiden birinin biz olmayacağımızın garantisi var mı?
İnsan kaynaklı İklim Değişikliği savaşı çok boyutlu bir konu. Birleşmiş Milletlerden Uluslararası Anlaşmalara uzanan çok boyutlu bir konu, bölgesel örgütlere, hükümetlere, yerel yönetimlere, iş dünyasına, sivil toplum kuruluşlarına, sermaye guruplarına, yurttaşlara kadar birbirleriyle çok kuvvetli bağlar oluşturmuş, çok kuvvetli zincirler bulunan bir dinamik yapı gerekli. Yurttaşların da, SKT’ler, İş Dünyası, Yerel ve Genel Yönetimler gibi karbon ayak izini azaltacak bir yaşam biçimini benimsemesi gerekiyor. Yeni yaşam biçimimiz, enerji tasarrufu yapan, karbon ayak izini azaltan, tüketim alışkanlıklarının çok farklı olduğu, doğaya, suya, havaya daha az zarar veren, daha az atık üreten bir düzen içinde oluşmalı.
Elbette bireylerin kendi başlarına atacakları adımlar çözüm değildir, çözüme destek olur. Ama bireylerin kendi aralarında sağladıkları uyum, günlük yaşamda tasarruf daima canlı tutulmalıdır. Biz genelde hayat pahalılığını, sağlık, eğitim, spor konuşuruz, ama çevre sorunlarını konuşmuyoruz, tüketimi konuşmuyoruz, tasarrufu konuşmuyoruz, İklim Değişikliğini hiç konuşmuyoruz. Biz bunları konuşmaya başladığımızda, politikacılar da, iş insanları da bunları konuşacak, bireylerin burada etkisi, çevresini konuyu konuşmaya başlamasını sağlayacaktır. Eğer bu adımlar daima bilgiye dayalı atılırsa etkin olur, bilgi yoksa havada kalır.
Dünya Ekonomik Formu her Şubat ayında Küresel Riskler Algı Araştırmasını gündemine alır. Bu araştırma her ülkedeki en üst düzeydeki iş adamlarına sorularak yapılan araştırmadır. Bu araştırmanın en tepesinde 5-6 senedir iklim sorunları var, iklim en önemli sorun, iklim iş insanları için de dünyadaki en önemli sorun. Ama onun alt kırımına bakın, Türkiye’deki iş insanlarına sorun, onlar için iklim ve çevre sorunları ilk beşe girmiyor. Yani bu sorunu iş dünyası üst sıraya taşımıyor, halk taşımıyor, basın taşımıyor, iş dünyası taşımıyor, devlet taşımıyor. Sadece bilim insanları, bir kenarda oturup devamlı bu konuyu işleyen kişiler oluyor, konuyu aralarında tartışıyorlar.
Aslında toplum olarak hepimiz İklim Değişikliğini, yer küre üzerindeki yaşam varlığımızı tehdit eden çok önemli bir sorun olarak gündemimizin tepesine yerleştirmemiz gerekiyor.