İlkokuldan başlayarak tüm öğrenim hayatımız boyunca, geçmiş tarihimizle ilgili pek çok bilgiler edindik. Bunların hangisini dikkatle okuduk, özenle hafızamızda tuttuk; bilemiyorum. Genelde tarih dersi pek az öğrenciye cazip görünür. Halbuki, oradan alınacak çok ders vardır. Geçtiğimiz ay 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vardı. Yeterli ağırlıkta kutladık mı? Bence değil. Çünkü 23 Nisan 1920, bugünkü bağımsızlığımızın ve çağdaş ülke olma çalışmalarının başladığı noktadır. O dönemde Anadolu tam bir kargaşa içindedir. Çepeçevre işgal edilmiş; fakir, çaresiz bir ülke. Böyle bir durumda Mustafa Kemal ve arkadaşları bir hareketi başlatıyorlar. Önce Erzurum, sonra Sivas kongrelerini yapıyorlar ve Ankara’ya geliyorlar. Nutuk’ta Mustafa Kemal; Samsun’a çıkışından başlayarak, tüm gelişmeleri 15-20 Ekim 1927 tarihlerinde, kendisinin ve silah arkadaşlarının faaliyetlerini özetlediği görüşmeleri anlatıyor.
Yazışmalar ve belgeleri de sunarak. Nutuk’ta bize yalnızca; Anadolu’da ve Rumeli’de kurulan, ülkemizin kurtarılmasını amaçlayan cemiyetler anlatılmıyor. Yabancılara destek veren cemiyetler de vurgulanıyor. Bu arada, dış düşmanlar yetmezmiş gibi bir de iç isyanlar başlıyor. Bunların başlıcaları; Anzavur, Bolu-Düzce-Adapazarı, Çapanoğlu, Konya, Zile isyanları olarak sayılabilir. Ayrıca Doğu Karadeniz’de de Pontus isyanı var. Dağıtılmış ve silahları alınmış bir askeri kesimi yeniden düzenli bir ordu haline getirip, işgal kuvvetleriyle savaşmaya başlarken bir de iç isyanlarla uğraşmak, işin ne kadar zorluklarla dolu olduğunu göstermeye yeter. Bu isyanların bazıları yerel mücadele örgütleri ile, bazıları da Ankara’nın desteği ile bastırıldı. Hatta bazı isyanlar; örneğin Yozgat’taki Çapanoğlu isyanı, Çerkez Ethem tarafından bitirildi. Ancak düzenli orduya geçildikten sonra Çerkez Ethem Ankara ile anlaşamadı ve karşı tarafa geçti. Yine de, Türk Ordusu ile çatışmadı. Ülkeyi terk edip Ürdün’e gitti.
16 Mart 1920’de İngilizler; İstanbul’da Mebusan Meclisi’ni basıp, bazı milletvekillerini tutuklayıp Malta’ya götürdüler. Bu tutuklamaları protesto eden Mebusan Meclisi 18 Mart 1920’de çalışmalarına ara verdi. Padişah Vahdettin de 10 Nisan 1920’de Mebusan Meclisi’ni tamamen kapattı. Atatürk 19 Mart 1920’de yayımladığı bir bildiri ile, Ankara’da olağanüstü yetkiler taşıyan bir meclis açmak için bütün illerde seçim yapılmasını istedi. Mevcut seçim kanunu uygulanarak her sancaktan 5 üye seçilecekti. İstanbul’dan gelen Meclis-i Mebusan milletvekilleri de bu meclise kabul edilecekti.
Atatürk önce meclis, sonra ordu diyordu. Orduyu yaratacak millet, millet adına da meclis diyordu. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi toplam 378 milletvekilinden oluşuyordu. Bunlar; 162 Serbest Meslek, 133 Devlet Memuru, 54 Asker, 32 Din Adamı, 30 Aşiret Reisi, 7 Teknik Eleman, 16 Sağlık Görevlisi, 2 Reji Görevlisi idi. 378 milletvekilinin 162’si bir veya birden fazla yabancı dil biliyordu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olan, Birinci Büyük Millet Meclisi, ülkenin içerisinde bulunduğu olumsuz şartların neticesi olarak ortaya çıkmıştır.
Olağanüstü yetkilerle donatılan ve dünya tarihinde ender rastlanacak türden bir meclis olan 1.Meclis, çok hassas bir dönemde görev yapmıştır. Önemli özelliklerinden biri; her konuda tartışmaların yapıldığı, en rahat muhalefet yapılan bir meclis olmasıdır. Milleti Nutuk’un tekrar tartışmaya açıldığı bugünlerde, ben de bu konuda görüşümü belirtmek istedim. Çok hassas bir bölgede, çok kritik bir dönemde tartışmalar yaparken; tarihsel gerçekleri, yaşanmışlıkları unutmamalıyız.