Bu size sorulmuş bir soru olsa aklınıza ilk ne gelir? Genellikle ilk algı “evet, kirliliğe sebep olduysa bedeline katlanmalıdır” şeklinde oluşmaktadır. Düşünülenin aksine bu basit bir neden-sonuç sorusu değil AB’nin çevreye ilişkin yasalarının temelinde benimsenmiş basit ilkedir.
Bu size sorulmuş bir soru olsa aklınıza ilk ne gelir?Genellikle ilk algı “evet, kirliliğe sebep olduysa bedeline katlanmalıdır” şeklinde oluşmaktadır.
Düşünülenin aksine bu basit bir neden-sonuç sorusu değil AB’nin çevreye ilişkin yasalarının temelinde benimsenmiş basit ilkedir.
OECD’nin tanımı: “kirletenin çevrenin kabul edilebilir bir durumda olmasını sağlamak için kamu otoritelerince belirlenen kirliliği önleme ve kontrol önlemlerinin masraflarına katlanması” şeklindedir.
Bu ilke, kirlilik kaynaklarını ve sorumluluklarını belirlemek, kirlilik değerlerini düşürmek ve etkilenenlere yardım sağlamak için sonuca götüren adımlar atılmasına olanak tanıyan politikaların ve önlemlerin açık ve kesin bir şekilde ifade edilmesine yardımcı olmuştur. Mesela, kirletici açığa çıkardığı bilinen fabrikaların kirletici emisyonları azaltmak için filtreler kurması gibi.
Ancak yaygın kirlilik durumlarında kirleteni takip etmek ve tanımlamak, etkilenen insanlarla ilişkilendirmek kolay olmamaktadır.
Örneğin, hava kirliliği, farklı kaynaklardan ve farklı yerlerden açığa çıkan kirleticilerden kaynaklanabilir ve bunların bir kısmı uluslararası sınırların ötesine bile uzanabilir.
Burada kirleten kim, kim kine ne ödeyecek noktası karmaşık hale gelmektedir.
“Kirleten öder” ilkesini uygulama şeklimiz doğru mu peki?
Maalesef, mevcut sistem bedelini ödeyebildiğiniz sürece “kirletme ruhsatı” olarak görülüp kullanılmaktadır.
Yani gücünüz yetiyorsa kirletebilirsiniz olarak yorumlanabilmektedir. En önemlisi de “ödemenin” neredeyse hiçbir zaman tüm “maliyetleri” karşılamamasıdır. Maliyetler genellikle kirliliği gidermek adına yapılan işletme maliyetleriyle sınırlıdır ve doğadan aldığımız faydaların gerçek değerini yansıtmaz. Yani çok para harcasanız dahi hiçbir zaman doğayı hiç kirlenmemiş haline geri döndüremezsiniz.
Bu nedenle artık çevre hukukunun temelini oluşturan bu ilke yerine kirliliği ortaya çıkmadan kaynağında önlemeyi hedefleyen sistemler benimsenmelidir. Kirlilik oluştuktan sonra temizlemeye uğraşmaktansa, çevresel kirliliğin mali bedeline katlanmaktansa paramızı temiz üretim tekniklerine harcayarak üretim süreçlerimizi değiştirmeyi hedeflemeliyiz.
Sürdürülebilir Kalkınma hedefleri kapsamında çevresel tahribat, iklim değişikliği, doğal kaynak kullanımı ve eşitsizlikler gibi karşılaştığımız tüm zorlukları ele alan tutarlı ve küresel bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Zira Anayasamızın 56. Maddesi “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” demektedir.