Eskiden Komedi tarzı TV dizilerine konu olmuş “Apartman yöneticiliği”, günümüzde “Site yönetimi” şeklinde uygulama buldu. Ama, Yönetim Planı başlıklı bağlayıcı hükümleri olan ve Mülkiyet Kanunu ile desteklenen kurallara rağmen insanların, menfaatine uygun kendi kurallarını koyma arzusu değişmedi. Yalnız bireylerin de değil, yönetim kurullarının, yöneticilerinde kurallardan bağımsız hareket etme arzusunun olduğu, bu nedenle tartışmalar yaşandığı, kural tanımaz bir toplumumuz olduğu realitedir.
Yasa koyucular için de durum farklı değil. En eski demokrasi denebilecek Antik Yunanistan’da ya da en eski cumhuriyet denebilecek Roma Cumhuriyeti’nde dahi yasa koyucular şahsi ya da gurup menfaatleri adına tartışmış hatta çatışmıştır. Tarihe geçmiş “Sen de mi Brütüs?” özdeyişi böylesi çatışmaları simgeler. Bugün TBMM’de sıkça çıkan tartışmaların yumruklaşmaya varan boyutlarına bakarsanız, yapılanlar toplum menfaati arayışından çok gurupların menfaat çatışması olduğunu düşündürür. Halbuki millet, mecliste temsil edilen, hatta temsil edilemeyenler dahil milletin bütünü demektir. Her gurup karşı gurubu dışlayarak kural koymaya çalışır. Uzlaşma kültürü tamamen yok sayılmaktadır. Biz bunu yaşarken, dünya üzerinde tam tersine bir davranış biçimi ile demokrasiyi özümsemiş pek çok toplum olduğu, bunlar arasında değişik dil, din ve kültürde kozmopolit gurupların bir arada yaşadığı mutlu ve huzurlu topluluklarında bulunduğu yani pek çok çağdaş demokrasi örneği olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir.
Memnuniyetsizliklerin, krizlerin arttığı dönemlerde tartışmalar da artar. Demokrat kültüre sahip olmayan toplumlarda, “hatadan dönme” olgunluğu yenilgi gibi algılanır. Koltuğu yakalamışlar asla bırakmak istemez. Çoğunda “ben olmazsam biteriz” ya da “benden başkası beceremez” egosu vardır. Halbuki mezarlıklar egolarını aşamamış karakterlerle doludur. Krizlerin büyüdüğü, işlerin iyi gitmediği zamanlarda, yönetenlerin gündemi değişir. Aslında kendi sebep oldukları problemlerin çözümlerini konuşmak yerine altı boş vaatlerini arttırırlar, yaptıkları hizmetleri anımsatma yoluna girerler. Halbuki o hizmetleri yapsınlar diye vekalet almışlardır. Hizmet üretmek zaten asli işleridir. Yaptıklarının konuşulması abestir. Konuşulması gereken yapmadıklarıdır. Ya da yaptıkları hizmetlerin ne kadar verimli ve toplum menfaati içerdiğidir. Bir hizmeti yapış şekli nedeniyle toplum başka bir yara alıyor ise ona faydalı bir hizmet denemez. Örneğin bir otoyol yapılmış ancak, emsalleri 5 liraya bitmiş iken 10 lira harcanmış ve döviz cinsinden üstelik çok yüksek faizle borçlanılmış ise, toplumun birikimleri doğru kullanılmamış, geleceği de ipotek edilmiş demektir. Milletin emeğini, vergisini, parasını böylesine dikkatsizce heba etmek, en hafif şekilde iş bilmezlikle değerlendirilebilir. Ötesi ise resmen suç işleniyor manasına gelir.
Yönetim erkinin yanlış kullanıldığı toplumlarda ne kriz biter ne de kaos. Rejimin adı ne olur ise olsun, yaşanan hayat Demokrasi olamaz. Toplum asla mutlu ve huzur içinde olmaz. Temel sağlam değilse de bu toplumlar esarete ve çöküşe mahkûm sayılır. Tarihte ve günümüzde örnekleri çoktur. Tarihte yıkılmış pek çok Türk Devletinin nedeni de budur.
Eğitimin çağdaş ve demokrat olduğu rejimlerde toplumun bütün bireyleri yurttaşlığı öğrenir ve bilir. Vatandaşlık haklarını kullanır, yanlışı sorgular. Bir anlamda Demokrasinin önemini kavramaya, komşusunun haklarının başladığı noktaya saygı göstermeye başlar. Neticede birlikte yaşamak külfet değil, nimet olmaya başlar. İşte o zaman küçük bir azınlık, toplumun büyük bölümünün sıkıntıları pahasına nemalanamaz. Yönetim erki, eğitimini almış, liyakat sahibi bireylerin elinde olur. Aksi sapkınlıklara eğitim, liyakat ve hukuk izin vermez. Devletin imkanları kamu lehinde kullanılır, istismarlara yasalar gecikmeden müdahale edip gereğini yapar. Ve Muhalefette iken şikâyet edenler, iktidar olduklarında söylediklerini unutup şikâyet ettiklerini yaşatamaz. Adalet hâkim, toplum huzurlu olur. Bunların aksi yaşanan toplumlar cehaletin hâkim olduğu ve bağlı olarak dejenerasyona açık topumlardır. Günümüz Türkiye’sinde, TÜİK ’in verdiği rakamlara göre, yazık ki toplumun %68’i eğitimsiz. Uzmanlara göre ortalama 5 -7 yılda bir muhatap olduğumuz ekonomik krizlerin ve zaman zaman muhatap olduğumuz siyasi ya da toplumsal krizlerin en büyük nedeni de bu. Uzmanlar, sorunları çözebilme adına ilk adımın mutlaka eğitim kalitesinin arttırılması olduğunu vurguluyor. Önceliklerden bir diğeri de yönetim erkinin doğru belirlenmesi.
2 Nisan tarihinde 27’nci kuruluş yıl dönümünü kutlayan EKOHABER’i yürekten kutluyorum. Daha büyük başarılar, daha büyük projelerle bugüne kadar olduğu gibi bugünden sonra da daha önemli gelişmelere, daha ciddi katkılara vesile olmasını temenni ediyorum.