Türk siyasi hayatında acı izler bırakan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra sivil yönetime geçilmesiyle kalkınma için yeni hamlelere başlandı. Bunlardan biri de, Milli Planlama Teşkilatı diye anılan ve 5 Ekim 1960’da kurulan T.

Türk siyasi hayatında acı izler bırakan 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra sivil yönetime geçilmesiyle kalkınma için yeni hamlelere başlandı. Bunlardan biri de, Milli Planlama Teşkilatı diye anılan ve 5 Ekim 1960’da kurulan T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı’dır.

Kurumun neden ve niçin kurulduğu şöyle izah edilir. “DPT, ülke kaynaklarının verimli bir şekilde kullanılmasını ve kalkınmanın hızlandırılmasını sağlamak, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlı bir şekilde yürütmek, uzun süreli kalkınma planları ile yıllık programlar hazırlamak ve bunların uygulanmasını takip etmek gayesiyle kurulmuş, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş.”

Kurumun eski çalışanlarından rahmetli Güngör Uras, DPT’yi şöyle anlatıyordu.

“DPT, 99 kişilik bir kadroya sahipti. İşte Türkiye’ye plan fikrini ve disiplinini bu kadro yerleştirdi. (...) Daha sonra planlama teşkilatı bin kişiye ulaşan kadrosu ile devleşti. Ama kimseler DPT’nin kapısını çalmaz, DPT’nin de sesi duyulmaz oldu.”

Duyulamazdı çünkü Devlet Planlama Teşkilatı 2011’de kapatıldı, teşkilatı ve kadroları Kalkınma Bakanlığı’na verildi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle de adı Strateji ve Bütçe Başkanlığı oldu.

Bugüne gelmemizde çok önemli katkısı olan bu kurumu hem sizlere hatırlatmak hem de neler yaptığını bilmenizi istedim.

Kurum, kalkınmada iğneden, ipliğe her şeyi hesaplar, planlar ve gereğinin ifası için ilgili bakanlıkların takdirine sunardı.

Eğitim alanında, nerelere üniversiteler açılması gerektiğini, hangi bölümlerin kurulacağını ve bu bölümlere ne kadar öğrenci alınacağını da onlar belirlerdi.
DPT’nin kapatılmasıyla eğitimde hangi okula, elemana ne kadar ihtiyaç olduğu gerçeğine sahip çıkacak kurum kalmadı.

O nedenle çok gerekli bir kurumdu diyor ve sözü bu günlere getirmek istiyorum.

Ülke ekonomisinde önemli bir yer tutan sivil havacılık sektöründe iş olanakları ve okullardan mezun olan öğrenci sayısı doğru orantılı değil, ters orantılı gidiyor.

Bundan 10 yıl önce SHGM, 2023 yılında Türkiye’deki büyük gövdeli yolcu uçağı sayısını 750 olacağını lanse ediyordu.

O günlerde toplam uçak sayımız da 450 civarındaydı. Her şey uçağa bağlıyken, yani havalimanlarının sayı ve kapasite durumu, bakım, yer işletme, yakıt, ikram ve diğer yardımcı sektörlerdeki şirketler var olan uçak sayısına göre faaliyetlerini sürdürmek zorundadır. Olmayan uçak için havalimanı yapmak, yardımcı şirket kurmak şirketlerin de milli ekonominin de zarar göreceği bir durumdur. Yeterli elemana sahip şirketler için, mezunlarını sokağa salan fakülte ve yüksekokullar da milli ekonomi için önemli kayıptır. Bu ülkede havacılık sektöründe kaç pilota, kaç teknisyene, kaç kabin memuruna ve farklı dallarda kaç kişiye ihtiyaç olduğu ne YÖK’ü, ne SHGM’yi, ne de Çalışma Bakanlığı’nı doğrudan ilgilendirmez. Bu durum o kapatılan Devlet Planlama’nın işiydi dersem doğru olur. YÖK, artık her sokakta var olan üniversitelere aklına ne zaman eserse havacılık bölümü kurma izni veriyor. Türkiye’de 80 kadar fakülte ve yüksekokul havacılık iş kolu elemanı yetiştirmek üzere faaliyet göstermekte.

Bunun yanı sıra lise düzeyindeki okullar da aynı amaca yönelik eğitim veriyor.

Burada bir de çok başlılık var ki, bu da sorun yaratmaktadır. YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı ve SHGM bu kurumlarla ilgili söz sahibi konumundadır. Özel okullar ve üniversiteler tüm denetimlere rağmen serbest piyasa ekonomisinin acımasız kurallarını uyguluyor, fakir halkın cebini boşaltacak tarifelerle eğitim değil, kötü bir ticaret yapmaktadırlar. Diplomasını aldığı gün işe girme hayali kuran gençler bütün kapıların yüzüne kapandığını ve iş bulamayacağını anladığında harcadığı paraya ve zamana yanıp üzülmektedir. Oysa, bu işin bir planı programı olsa, bu ülkenin ihtiyacı kadar eleman yetiştirilse böyle olmaz ve hayaller suya düşmezdi. Türk sivil havacılığında istihdam sayısı 200 bin kişiyi geçmiş deniliyor. Fakat bu dönemde koronavirüs nedeniyle işten çıkarılan, işi bırakan personel sayısını hiç kimse net olarak söyleyemez. Uzun süreli izinlerin sonunda bir daha iş yerini göremeyen çok sayıda insan görüyoruz. Herkes umudunu çalıştığı yere bağlayıp ona göre hayatını planlamıştı. İşsizliğin her gün arttığı bir ortamda, yeni mezun olanlara kim nasıl bir ümit verir bilmem. Ne acıdır ki, pilot ve kabin memurluğu için yüksek paralar isteyip iş garantisi verenler bugün onlarla dalga geçerek paralarının üstüne yatmış durumdadır.

Önceleri havayolu şirketleri kabin memurunu kendiler seçer ve ücretsiz olarak eğitir, işe alırlardı. Sonra sistem değişti ve THY dışındaki özel şirketler araya bazı üniversitelerin havacılık bölümlerini soktular. Alınan bu paranın bir kısmını şirket, diğerini okul almaya başladı. Denetici konumda olan SHGM, bu durumu yasaklayabilecekken istemese de destekleyici konuma geçti. O insanlar, verdikleri paraların karşılığı sadece bir kaç ay çalıştırılıp, sonra işten çıkarıldılar. Bu adaletli bir iş olmamıştır.

Birileri bir sabah, bir oteldeki kahvaltıyla işten atıldıklarını öğrenirken, diğerleri şirket kapısından giremediklerinde işten atıldığını öğrenmenin acısıyla kıvrandı.
İş garantisinin olmadığı ve iş barışının her an bozulabileceği kırılgan bir ortam çalışanları her an tedirgin ederken, işsiz gençleri “Sizi hayallerinizin ötesine uçuruyoruz” diyen aldatıcı reklamlarla açıkça kandıranlara hiç ses çıkarılmıyor.

Her biri bu ülkenin asli vatandaşı olan gençlerin, orta yaşa gelip hala işsizlikle boğuşan insanlarımız için geçerli ve de gerçekçi iş bulma imkanlarını yaratmak sosyal devletin görevidir. Bu konuda kim kendini sorumlu ve görevli addediyorsa buyursun bu derde bir derman olsun.

Mutlu yarınlar Türkiye’m.