“Susamıyorum…” ama bu su içme isteğimin olmaması ile ilgili değil. Su konusunda “sus” olamamaktan bahsediyorum.

“Susamıyorum…” ama bu su içme isteğimin olmaması ile ilgili değil. Su konusunda “sus” olamamaktan bahsediyorum. Her şey yolunda, sorun yokmuş gibi bir tablo çizmek gerçeği yansıtmıyor maalesef. Hayatımızın ve vücudumuzun vazgeçilmez gereksinimi olan, değerini bilmediğimiz ve sınırsızmış gibi kontrolsüzce harcadığımız “SU” konusuna değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta 22 Mart Dünya Su Günü idi. Pek çok yerde suyun önemi konuşuldu, kutlama programları düzenlendi. Neyi kutladık onu da anlamak zor. Kirlenmekten koruyamadığımız doğal kaynaklarımız bu haldeyken ve hızla tükenirken kutlama demek bana biraz tuhaf geliyor. Böyle günler etkin bir farkındalık artırıp bilinçlendirmeye yönelik eyleme geçirtmedikçe sadece takvimde sırasını savıyor. Halen evlerde diş fırçalarken açık bırakılan musluklardan ziyan olan temiz sular; sanayi de kirlettiği suyu arıtmadan denizlere, göllere veren firmalar var. Hal böyle olunca susamıyorum işte; “Anlatmak, farkındalık yaratmak” lazım diyorum.
Bu yıl Dünya Su Günü teması “Suyun Değeri” olarak seçildi. O zaman soruyorum sizlere suyun değerini nasıl ölçülüyoruz, neyle belirliyoruz ve değerini gerçekten biliyor muyuz? Sanırım bunun en güzel örneğini, pandemi sürecinde temiz suya olan ihtiyacımızla anladık. Ellerimizi yıkarken 20 sn. kuralı… Temiz suya ulaşamasaydık bu süreçte ne olurdu halimiz? Bizler ancak musluğumuzdan sürekli akan ve kolayca erişilebilir gördüğümüz suyun anlamını, ne yazık ki barajlardaki su seviyeleri alarm verdiğinde fark ediyoruz.
Bütün çevresel göstergeler ve bilimsel veriler artan nüfus, plansız kentleşme ve sanayinin hızla büyümesi sonucunda, iklim değişikliğinin de etkisi ile su fakiri olma yolunda ilerlediğimizi gösteriyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılı Küresel Risk Raporu’na göre, önümüzdeki 10 yıl boyunca dünya ekonomisini etkileyecek ilk beş risk:
1-Bulaşıcı hastalıklar,
2-Kitle imha silahları
3-İklim krizi,
4-Biyolojik çeşitlilik kaybı
5-Su krizini de kapsayan doğal kaynak krizi..
Son 50 yılda Türkiye’deki sulak alanların yarısı su miktarı ve kalitesi bakımından sağlıklı yapısını kaybetmiş durumda. Yani, su krizi ile mücadele etmek durumunda kalacağız.
TÜİK, su kullanım verilerine göre ülkemizde çekilen suyun %71,5’ü tarımsal sulamada, %17,8’ü sanayide, %10,7’ü içme ve kullanma suyu olarak kullanılmış.
WWF verilerine göre ise, evlerde kullanılan suyun, toplam su tüketimi içindeki payı %16 olup ülkemizde kişi başına günlük su tüketimi 216 litre olmaktadır. Sanal su, yani gıdamız ve kullandığımız eşyaların üretiminde kullanılan su miktarı da dikkate alındığında Türkiye’de kişi başına su tüketimi günde 5.400 litreye çıkmaktadır. Bu verilerle ülkemizde bireylerin yıllık su ayak izi, dünya ortalamasının %43 üzerinde kalmaktadır. Buradan anlıyoruz ki ihtiyacımızın üzerinde su tüketimimiz var.
Türkiye ise kişi başına kullanılabilir su miktarı göz önünde bulundurulduğunda, su stresi çeken bir ülke konumundadır. 2030 yılında 100 milyonluk nüfusla kişi başına kullanılabilir su miktarı 1100 m3’e düşecek ve ülkemiz su fakiri bir ülke olacaktır.
Bu bakış açısıyla, ileriki yıllarda bizi bekleyen tehlikenin bugünden önlemi almak zorundayız. Su kaynaklarımız sınırsız ve sonsuz değil üstelik hızla kirlenmeye devam ediyor. Gerek evsel kullanımda, gerekse sanayi ve tarımsal kullanımda su tüketimini, su israfını engelleyecek projeler geliştirilmeli, su politikalarının yaptırım gücü arttırılmalıdır. Suyu korumak bir gönüllük değil, zorunluluktur.