Herkes bilsin bilmesin kulaktan dolma bilgilerle bazen dedikodularla bir sektörü yerden yere vurabiliyor. Bu yazıyı yazarken öyle görünmek istemem. 

Yaşadığım bazı anılar üzerinden tecrübe paylaşımı yapmak istiyorum, hepsi bu. Tabii ki bir isim ya da kurum adı vermeyeceğim, bir sektörü tümden karalamayacağım. Çünkü ben de bir işletmeciyim.

Öncelikle buradan haykırarak söylemek isterim ki, Nicolas Cage’nin oynadığı bir karekterin filmde söylediği gibi;

“DOKTORLAR TANRILARIN ELİDİR.”

Ben de buna gönülden inanıyorum.

Çok doktor arkadaşım, ağabeyim var. Mesleklerinde doruğa çıkmış insanlar. Çok doktor tanıdım içimizi rahatlatan, şifa dağıtan. Onları pamuklara sarmalı, baş tacı etmeliyiz.

Gelelim bir tıp cahilinin anılarına.

Geçmişte yazdığım, kızımın kız arkadaşının kangren teşhisi ile kolunun kesilme aşamasına gelme skandalına, eşimin apandisit teşhisi konulup, “Kız kardeşim olsanız sizi derhal ameliyat ederim” diyen doktordan kaçmasına, benim altı aylık tedavi işkencesinden Profesör Doktor Şükran Tunalı sayesinde nasıl kurtulduğuma burada tekrar değinmeyeceğim.

Son üç yıl eşimin bel ağrısı yüzünden yaşam kalitemiz kalmamıştı. 

Özel sigortamızın da kabul gördüğü bir hastanenin ünlü doktorundan randevu aldık. Veriler incelendi, beş ila on dakika içinde kendimizi muhasebede ameliyat parasını konuşurken bulduk. Hasta olan eşim, canım ciğerim, evlatlarımın anası, 42 yıllık can yoldaşım olunca bir yorum yapmak zul gelir bana. Tam kredi kartımı çıkaracakken eşim, “Biz biraz düşünelim” dedi. Oradan çıktık. Çıkınca, “Denizli’de çok iyi bir profesör varmış bir de ona gidelim,” dedi. Haklıydı. Kızımın arkadaşının annesi üç farklı doktorun aynı tanısına güvenmeyip dördüncüye gitmeseydi güzeller güzeli Bahar’ımızın şimdi kolu yoktu. Ameliyat kolay verilecek bir karar değildi, bunu biliyorduk.

Araya eşi dostu koyup erken bir randevu alıp Denizli’ye gittik. 

Bu doktorumuz da iki gün sonraya ameliyat günü verdi. Başka çare yoktu. Derhal ameliyat olmalı, bu çileyi çekmemeliydik. Oradan da çıktık. Artık bu kez ben müdahale ettim. “Lütfen şu acıyı çekme, senin de ailemizin de yaşam kalitesi kalmadı, daha ne bekliyoruz?” dedim. 

Baldızın evinde kaldık o akşam.

Ertesi sabah kahvaltıda yine bir ortopedist olan baldızın damadı, canım kardeşim Doçent Doktor Nizamettin Koçkara’yı aradık. Zaten süreci de biliyordu. Ama çok uzakta Erzincan’daydı. 

“Özkan ağabey, lütfen en kısa zamanda Balta Limanı Kemik Hastalıkları Hastane’sine gidin. Orada bir dönem arkadaşım var. Konusunda çok iyidir, güvenin ve o ne diyorsa yapın” dedi.

Sahiden de kısa zamanda bize randevu aldı ve gittik. 

Doktor Ali kendinden emin bir şekilde bize omurga maketi üzerinde göstererek sorunu ve tedavisini anlattı. Ameliyat olunacaksa diğer iki hekimin söylediği yoldan gidilecekti. Ama tedavi ameliyat değildi. 

“Bakınız, ameliyat olduktan sonra geriye dönüş olmaz. Biz bir bölümü sabitleyerek sizi rahatlatacağız. Peki ya sonra? Sonra sorun diğer omura geçecek ve biz yine aynı şeyi yapacağız. Bu iş bir yerde durmaz. Ablacığım, siz acılara dayanıp spor yapacaksınız, inatla yürüyeceksiniz, yüzeceksiniz, tedavi bu.” dedi.

Zor bir süreçti ama bu yöntemle eşimin hastalığı geçti. Ameliyat olmadı. 

Dün bu kez eşim ve küçük oğlum Tuna, yine aynı kuruma, oğlumun yüzünde oluşan bir leke ile ilgili gittiler. Anaokulunda bir arkadaşı yüzünü tırmalamış ve minik bir iz kalmıştı. Yıllar yıllar sonra şimdi o leke tam da o izi çevreliyordu. 

Muayene sonrası eşim ağlayarak aradı. Hem kendisine hem oğluma teşhis konmuştu. Riskliydi, derhal ikisinden de örnek alınıp incelenmeliydi. Özellikle oğlumun o lekesi hemen ameliyatla alınmalıydı. 

Zaten kaygılı bir yapısı olan eşim gözyaşlarını tutamıyordu. 

Onu yatıştırdım. Şükran hocayı aradım. Ama o gün çalışmıyormuş. Ertesi gün için randevu aldık. Ancak eşimin bu evhamıyla gün ve gece geçmezdi. Derhal Dermatolog Doktor Birsen Sezer Ergus’tan randevu aldık. 

Doktorluk mesleğinin en önemli yanı hastaya verilecek moral ve motivasyondur. Herkes bilir ki inanç hastalığı yüzde 32 oranında iyi etmeye yatkındır. Hastayı korkutmak, daha da kaygılandırmak düpedüz vicdansızlıktır. 

Birsen hanım son derece sevecen bir şekilde, korkulacak hiçbir şey olmadığını, eşimin ve oğlumun cilt yapılarının farklı olduğunu söylemiş. Bir krem ile orada oluşan kızarıklığın çok kısa zamanda geçeceğini belirtmiş. Şimdi eşimin yüzünde güller açıyordu. 

Henüz tedavi aşamasında olduğumuz için bir yorum yapmayacağım. Fakat aynı kurumda oğlum için randevuya giden eşime de bakıp teşhis koymak, bunu genetik eğilime dayandırmak bir taşla iki kuş vurmak mı, yoksa sorumlu sağlıkçı duyarlılığı mıdır sorusunun yanıtını sizlere bırakıyorum. Çünkü ben bir tıp cahiliyim yorum yapamam. 

Özel hastanelerin doktorlarla anlaşma yaparken ameliyat ve benzeri konularda sayısal performans garantisi istediğini duyuyoruz. Bu en başta dediğim gibi kulaktan dolma bir bilgi mi, bir dedikodu mu? 

Sağlamasını bizler yaşadığımız tecrübelerle yapıyoruz. Yine yorum yapmıyor, duyarlı, dürüst, insanı ve mutluluğunu her şeyin üstünde tutan başta hekimler olmak üzere tüm meslek erbaplarına saygılarımı sunuyorum.

Not: Aynı gün eşim ve oğlum bir de Şükran Tunalı hanımefendiye de giderek danıştılar. 

Bana selam söyledikten sonra, “77 yaşında hâlâ sizler gibi hastalarım için haftanın bir iki günü muayene yapıyorum. Bana tahlil yap diye direten çok hastane ile yollarımı ayırdım. Neden tahlil yapayım eğer teşhisi koymuşsam, tahlil şüphe üzerine yapılır, ” demiş. 

Görülüyor ki bu dev sağlık sektörünün insan duygusuyla işi yok.