İNCELEME

İşçilikten modern patronluğa

İşçilikten modern patronluğa
1973'de OYAK Renault'da işçi olarak işe başlayan İrfan Demirdüzen, 210 çalışanı olan TKG Otomotiv'i yaratı. Demirdüzen EKOhaber'e kendi öyküsünü anlattı
Dursun EROĞLU
Otomotiv yan sanayiin güçlü firmalarından TKG Otomotiv'in sahibi İrfan Demirdüzen, girişimciliği, çalışkanlığı ile sıfırdan sayılı işadamları arasına giren bir isim. Sadece TKG firması değil, Çalı Sanayi Bölgesi'nin oluşmasında da büyük emeği bulunan, Çalı'daki firma sahiplerini bölgenin altyapısını yapma, sorunları çözme için bir araya getiren Demirdüzen bu haliyle ÇASİAD'ı ÇASİAD yapan kişi.
Gazeteniz EKOhaber'deki başarı öyküleri ile işadamlarının nereden nereye geldiklerine işaret ederken, özellikle onları başarıya götüren olayları, "yoğurt yeme tarzlarını" paylaşmaya çalıştık. Buradaki muradımız da okurlara ve özellikle genç girişimcilere başarıya giden yolardan birisini daha sunabilmek, insanlarda girişimci ruhu ateşlemekti. Çalı Sanayi Bölgesi'nin önde gelen ismi, BTSO Meclis Üyesi İrfan Demirdüzen, kendi başarı öyküsünü kendisi kaleme almak istedi. İşte Ankara kökenli Demirdüzen'in kaleminden, yaşamı, iş hayatı ve olaylara bakışı:
Presin başında huzur duyma
"Hiç kimse patron olarak, lider olarak doğmuyor. Kader bazen garip bir oyunu, kimsenin bozmasına izin vermeden oynayıveriyor. Kimisine hamal, kimisine patron rolü veriyor. Bütün mesele sizin için yazılan kaderin zamanında farkına varmak, biraz cesaret, çokça paylaşımdan ibaret. Ancak biz hâlâ kendimizi patron olarak görmüyoruz. Zaman zaman tulumu giyip preslerin başına geçmezsek, kendimizi iyi hissetmiyoruz açıkçası. Orada olduğum zamanlarda huzurluyum, çevremdeki her çalışan ailenin bir ferdi gibi, onlara "biz" demeyi öğretiyoruz ilk geldiklerinde, en başta da aynı şeyi biz söylüyoruz tabi. Yola çıkarken bunu yaşarlarsa, böyle hissederlerse verim de artıyor, kalite de. Sözün özü TKG, kocaman bir ailenin ifadesidir. Her ferdi kendisi kadar ailesini de düşünür, öyle çalışır, ona göre kazanır ve yaşar. Bize düşen onların her durumda yanında yer almaktır. 1973 yılında Renault'ta işe tornacı olarak başladığımda 23 yaşında bir delikanlıydım. Ama hayallerim, umutlarım, yarın için planlarım vardı. Bütün arkadaşlara da bugün bunu kazandırmaya çalışıyoruz. Mesele sadece ekmeğini kazanma meselesi olsaydı, bugün burada olmazdık, olamazdık. Zor dönemler geçirdik, şimdi geriye bakıp hayıflanacak tek şeyim var, gençliğimizi geride bırakmışız, en güzel yılları. Fatma hanımla evlendiğimizde de Türkiye için zor yıllardı, olaylar, karmaşa çevremizde ne oluyor ne bitiyor derken, hayatın bir insana verebileceği en büyük mutlulukları tattım. Bir kız, bir de erkek iki çocuğumuz oldu. Zaman o kadar hızlı aktı ki, ne olduğunu anlayana kadar çocuklar büyüdü, kaçırdık en güzel zamanlarını. Şimdi torunlarla -çocuklar duymasın- daha bir keyifli zaman geçiriyoruz, acısını çıkarıyoruz. Aynı süreçte işimize vermiştik kendimizi, en büyük desteği Fatma Hanım'dan aldım. Çocukları neredeyse tek başına büyüttü. Hakkını ödeyemem, hiçbir zaman yaşadıklarını bana hissettirmedi. Yıllar sonra bile o günleri anarken yaşadıklarını anlatmaz, güzel tarafından bakar.
Gülbahçe'den TKG'ye
1977'de kendi işimizi kurduk. Gülbahçe'de küçük bir işletmeyle başladık. Topu topu 2 kişiydik. Uzunca bir süre orada çalıştık. Tecrübe, bilgi ve tabii, para kazandık. Gerisi dediğim gibi biraz cesaret, biraz zamanlamayla ilgili olarak geldi. Başarıyı ise işimize hep sahip çıkarak yakaladığımızı düşünüyorum. Biz hâlâ büyüyen, gelişen bir işletmeyiz. Yatırımlarımız sürüyor. Durmaya da pek niyetimiz yok. Emekli olamayacağız bu gidişle de. Sakarya'da tamamlamak üzere olduğumuz bir yatırım var. TKG'ye güç katacak yeni bir fabrika. Niye Sakarya'yı seçtiğimize gelince bu tamamen maliyet meselesi. Bugün TKG, 210 çalışanıyla, toplam 8 bin metrekare kapalı alanda, otomotiv sektörüne üretim yapıyor. Sakarya'da 12 bin metrekare bir fabrika daha yapıyoruz. Bununla birlikte saç işleme kapasitemiz iki katına çıkacak. Bu üretimin yaklaşık yüzde 90'ı doğrudan veya dolaylı olarak ihraç ediliyor. Dünyanın dört bir yanına ya parça, ya da aracın üzerine monte edilmiş halde ürünümüz gidiyor. Hata oranımız 0 PPM (sıfır). Güney Afrika'dan, Güney Amerika'ya, Avrupa'dan, Rusya'ya pek çok yerde ürünümüz kabul gördü. Şimdi onlar için üretim yapıyoruz. TKG için olduğu kadar Türkiye içinde gurur kaynağı olmaya çalışıyoruz. Bugünkü kapasitemizi ikiye katladığımızda ihracatımızda cirolarımızda, referans parça sayımızda katlanacak.
Bildiği işi yaptı
İyi bildiğimiz işi yapıyoruz, ama bunu övünmek için değil sorumluluklarının farkında olan bir işletme olarak söylüyorum. Bu ülkeye bir borcumuz var, sorumluluğumuz üretmek. Üretmeye, katma değer yaratmaya devam edeceğiz, bizimle çalışanların sayısı ve niteliği arttıkça ülke kazanacak. Para kazanacağız ve vergimizi ödeyeceğiz, bu ülkeye okul yapılacak. Bizim için, bu anlamda övündüğümüz şey işimizin çokluğu değil kazandığımız her kuruşun vergisini ödemektir. Devletin yetişemediği noktada üzerimize düşen başka sorumlulukları da yerine getiririz. Çünkü biz paylaştıkça kazanan bir kuruluşuz. Bir noktaya varacaksak, birlikte yürüyerek varabileceğimizin farkındayız. Otomotiv sanayinin böyle bir geleneği oluştu. Keşke her sektör böyle olsa. En çok teknoloji geliştiren, en büyük yatırımları yapan, en sert rekabeti (dünya ölçeğinde) yaşayan, buna karşın paylaşmayı bilen, aynı sektörde kendisinden daha hızlı büyüyeni taktir eden işletmeleriz biz. Ana sanayiye de bu bakımdan bir teşekkür borçluyuz, bu kültürün oluşmasında katkı koyuyorlar, bizi daima teşvik ediyorlar. TKG, ağırlıklı olarak Renault ve Toyota için iş yapar, ama onlar bu işletmelerde hiçbir zaman dışardan gelen biri olarak görülmezler. İşveren veya Ana sanayi olarak değil, ailenin ağabeyi olarak görürüz. İlişkilerimiz bu şekilde gelişir. Eğer bugün bu noktaya gelebildiysek bu felsefeye borçluyuz. En azından biz diyebilmeyi becerdiğimizi düşünüyorum. Geleneksel aile yapısının dışına çıkıp kurumsallaşırken bile, her çalışanımızı ailemizin bir parçası olarak görmekten gurur duyduk.Karşılıklı uzlaştığımız nokta "saygı" oldu. Önce biz saygı gösterdik, önümüze temel kalite kriterleri konmadan biz yapmaya çalıştık. Böylece Ana sanayi için bugünkü konumumuza geldiğimize inanıyoruz.
Başarı, ödüller
TOYOTA gibi, RENAULT gibi dünya devleri kalite ve üretimdeki başarımızı her yıl ödüllendiriyor. Keza diğer iş yaptığımız firmalarda öyle. Bu da bize doğru yolda olduğumuzu gösteriyor. Ancak bütün bunlar daha yolun başında olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Bu nedenle de sektöre ilk adım attığımız günden bu yana tempomuzu hiç değiştirmedik. Hâlâ büyümeye çalışıyoruz. Dünya pazarlarına ve üretimlerine baktığınızda ne kadar küçük bir damla olduğumuzu anlayabilirsiniz ancak. Böyle bakmak zorundayız. Sadece kendi işletmelerimiz için değil, Türkiye için buna mecburuz.
Söylemekten dilimizde tüy bitti, ama ekonominin hâlâ temel düzenlemelere ihtiyacı var. Türk sanayicisi, yatırım yapmaya, büyümeye çalışıyor. Dünya liginde devlerle rekabet etmeye çalışıyor. Nasıl beceriyor biliyor musunuz? Tamamen özveriyle. Sizinle aynı işi yapan İspanyol'dan, İtalyan'dan, İngiliz'den daha az kazanarak. Güney Koreli'den, Çinli'den daha yüksek maliyetlerle. Onlar bizim kazançlarımıza indiğinde kapıya kilidi vuruyor. Orada maliyetler bir kuruş arttı mı kıyamet kopuyor, hükümetler devriliyor. Biz bu duruma karşı bağışıklık geliştirdik galiba. Az kazanmak rahatsız etmiyor aslında, mesele bu değil, hem az kazanıp hem nasıl yatırım yapacaksınız? Mesele bu... En pahalı arsa, en pahalı elektrik, en yüksek vergi, en yüksek oransal anlamda işçilik, çünkü sosyal güvenlik açığı var. Peki nasıl yapacağız. Birikimi olan yapmaya çalışıyor, ama olması gerekenin altında yatırımla. Para kıymetli, maliyeti hala çok yüksek, teşvikler sektörel değil de bölgesel olduğu için bize yaramıyor. Yine de "Adım Hıdır elimden gelen budur" demiyoruz. Yeterince tecrübe ve bilgi birikimi yaptığımız bir süreçte daha fazla zaman kaybetmek istemiyoruz. Zaman demek para demek, para demek vergi demek, istihdam demek. Bu denklemi hâlâ bilmeyen var mı bu ülkede. Ama yok, "biz çalışanı sevmiyoruz, kötü örnek oluyor" diyenler varsa, burada benim sözüm biter...
Zor yıllar, krizler...
İş yaşamım boyunca beni derinden etkileyen pek çok olay yaşadım. 30 yıldır sektörün içindeyim ama 1994 yılında yaşadıklarımı asla unutamam. O yıl "Kara Çarşamba"yı kimsenin unuttuğunu da sanmam, ama benim yaşadıklarım biraz farklıydı. Devalüasyon yaşadık hatırlarsanız, hazırlıksız yakalananlardan biri de bizdik. Yeni yatırım yaptığımız ve bir sürü borca girdiğimiz bir dönemdi. Sabah evden kapıya kilit vurmak üzere yola çıktım, ama beni işletmede bambaşka bir şey bekliyormuş. Çalışanların hepsini toplayıp durumu anlatacağım ki, beni konuşturmadılar. Kimsenin gemiyi terk etmeye niyeti yoktu ve kurtulacağımıza beni bile ikna ettiler. Kimse kaçmadı, sorumluluklarını sonuna kadar ve beklentileri olmaksızın yaptılar. Bu gün buradayız işte, özetle o günkü inancın sayesinde buradayız. Anlatırken bile gözümün önünden gitmiyor, inanmıştık başardık, Allah o günleri tekrar yaşatmasın...
Gençlere önerliler...
Yola yeni çıkacak olanlar için tavsiyem, piyasanın şartlarını iyi okumalarıdır. Hatta ezberlemeliler. Kimin ne iş yaptığı ya da ne kadar kazandığı ile ilgilenmek yerine, önlerindeki çözüm bekleyen sorunlara konsantre olsunlar, kısa yoldan zengin olmak diye bir şey yok. Önce hayal edecekler, sonra işe bir ucundan başlayacaklar, hayal etmeden umut etmeden olmuyor hiç bir şey.
Hangi sektörde olursa olsun dayanışma esas tutulmalıdır, en yakın dostunuz en sert rakibiniz olacaktır aslında. Ama vermeyi öğrenirseniz, almayı da öğrenebilirsiniz, ezmek yerine paylaşmayı denemelisiniz.
Başarı istiyorsanız yolu budur. Maliyet hesabı yapmayı, müşteri eksenli çalışmayı, teknolojiye uyum sağlamayı bilmiyorsanız zaten yapmayın iş."

Sayı: 581 - Sayı'nın Kapağı