Geride bıraktığımız Kurban Bayramı süresince havayolu trafiğinde büyük bir yoğunluk yaşandı.
Konuyla ilgili olarak Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, “Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı’na (EUROCONTROL) üye 41 ülkede Performans İnceleme Birimi tarafından yapılan ölçümlere göre Türkiye, 15 Haziran 2024 Cumartesi günü 5 Bin 574 uçuşa hava seyrüsefer hizmeti vererek, Avrupa’da en yoğun kullanılan hava trafik hacmine sahip üçüncü ülke oldu’ diye övünerek şöyle diyordu; “15 Haziran 2024 tarihinde ülkemizdeki havalimanlarına iniş kalkış yapan uçak sayısı 4 Bin 227’ye ulaşarak 2023 yılının aynı gününde kayıtlara geçen 3 Bin 587 rakamına oranla %17,8 artış göstermiştir. Ülkemiz, havayolu sektöründe Avrupa’nın zirvesine doğru tırmanışını sürdürmektedir”.
Başta THY olmak üzere havayolu şirketlerimizin fazla yolcu taşıması ve havalimanlarımızın da daha çok uçağa ve yolcuya ev sahipliği yapması elbette çok önemli gelişmelerdir.
Sayın Bakan, ayrıca yabancı uçak sayısını da belirtseydi, bu yoğun uçak trafiğinin ne kadar işe yarayıp, yaramadığını da görmüş olacaktık.
Ayrıca, hava sahamızı hangi devletler ve hangi havayollarının kullandığını da bilmeyi çok isterdik. Örneğin İsrailli havayolu şirketleri hava sahamızı kullanarak başka ülkelere gidiyor mu?
Bu sayıları bilebilsek hava sahamızı kullanarak üst geçiş yapan yabancı uçakların karı, zararını (ne kadar) ödüyor mü ödemiyor mu öğrenirdik. Türkiye hava sahası “Yol geçen hanı” olmadığı için, geçiş yapan yabancı tescilli uçaklardan diğer ülkeler gibi biz de ‘payımıza’ düşeni almaktayız.
Merkezi Belçika’da, Brüksel ve Sevilla’da Hava Kontrol Merkezleri olan kısaca EUROCONTOL denilen Avrupa Hava Seyrüsefer Emniyeti Teşkilatı, üye olan her ülkenin hava sahasını kullanan uçaklardan üst geçiş ücreti alır ve aldığı bu parayı, üye ülkenin yaptığı yatırıma göre, bu hizmeti veren personele geri öder.
Bu kadar çok yabancı uçağa hizmet veren Türkiye’nin payına ne düşüyor,
hangi çalışan bu paradan ne kadar pay alıyor? Merak ettiğimiz ve asıl
tartışılması gereken konu budur!
Üye ülkelerin hepsinde seyrüsefer faaliyetlerini devlete bağlı, fakat özerk kuruluşlar yürütürken, Türkiye’de ise hem hava seyrüsefer hem de devletin elindeki tüm havalimanlarının işletilme işini Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü yapmakta.
Tüm DHMİ çalışanları EUROCONTROL tarafından gönderilen ve “Havacılık Tazminatı” denilen bu paradan pay istiyor, fakat bu herkese verilmiyor.
Çünkü, DHMİ’nin havalimanı işletme gibi bir görevi olduğu için bu işlerde çalışanlara hiç tazminat ödenemiyor.
DHMİ çalışanlarını ATCO (Air Traffic Control) çalışanları, ATCO olmayanlar ve hem işletmeye hem de seyrüsefere hizmet edenler diye üçe ayırabiliriz.
Basında sürekli gündeme gelen, her mesleğin dernek ve sendika kurarak
‘hakkımız’ diyerek almaya çalıştığı bu tazminat işinin sorun olması aslında DHMİ’nin kuruluşundan kaynaklanır.
“Ben de DHMİ’de çalışıyorum” diyen, fakat seyrüsefer, yani hava trafiğini sevk ve idare etmekle hiçbir alakası olmayanlar da tazminat peşindeler.
Havalimanı işletmeciliği ve seyrüsefer hizmetleri ayrılırsa, kimin hangi işi yaptığı belli olacak, tazminatı da hak eden alacak ve tartışma da bitecek.
“Kullanan öder” prensibine göre tüm üye ülkelerin hava sahasını kateden şirketler, üst geçiş ücretini geçilen süreye göre öder. Türkiye’nin toplam hava sahasının 1 milyon kilometre kareden büyük olduğunu ve coğrafi olarak giriş ve çıkış arasındaki mesafenin de tüm Avrupa ülkelerinden uzun olduğu gerçeği ortadayken, Türk tescilli uçaklar, Avrupa ülkelerinden daha kısa sürede geçmelerine rağmen üç kata yakın bir ücret (Yaklaşık 80-90 Euro) ödüyorlar. Biz ise tepemizden daha uzun sürede her gün geçerek, havamıza karbon salan yabancılardan üçte bir (25-30 euro) gibi çok düşük bir ücret alıyoruz.
Yaptığımız yatırım ve maliyetlerimizi bildirdiğimiz EUROCONTROL da bize pastadan bu kadar pay verebiliyor. Avrupa’da seyrüsefer hizmeti veren ATCO denen elemanlar 8-10 Bin Euro maaş alırken, bizde bu işi yapan trafik kontrolörleri ancak 2 Bin Euro alıyor.
Bu işi yapan personelin maaşlarını devlet memuru oldukları için arttırıp 350 Bin liraya çıkarmak da mümkün olamadığı için ortaya içinden çıkılmaz böyle garip bir durum çıkmaktadır.
Yani, çok uçağa hizmet etmenin özde bir faydası yok. Çalışanların hepsi de bundan payına düşeni alamayacaksa o halde iki şapkalı DHMİ’ye adında yazılı işleri bırakmak, hava seyrüsefer hizmetlerini de tüm Avrupa’da olduğu gibi özerk bir yapıya kavuşturmak doğrusu en hayırlı iş olacaktır derim.
Mutlu yarınlar Türkiyem...