Türkiye, takvimler 6 Şubat 2023’ü gösterdiğinde gece sat 04.17’de 7.7 ve ve ertesi gün 13.38’de 7.6 şiddetinde olmak üzere iki büyük depremle sarsıldı. Ülkemizin 5’te birinde, yani 130 bin kilometre karelik bir alanda hissedilen bu deprem başta, Kahramanmaraş ve Hatay olmak üzere Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman ve Malatya’da çok büyük yıkıma ve binlerce insanın (kesin sayıyı hiç bilemeyeceğiz) ölümüne sebep oldu.
Dünyada daha şiddetli depremler görüldüğünü, on binlerce insanın öldüğü gerçeğini anlatan bilim insanları, ancak çok geniş alanda, bu şiddette depremin çok ender meydana geldiğini söylüyor.
1939 Erzincan ve 1999 Kocaeli depremi hariç, bu güne kadar bundan daha az şiddette ve daha sınırlı bölgelerde etkili olan bir çok depremle karşılaştık. İşin doğrusu bu depremlere hep nedense hazırlıksız yakalandık. Kader diyerek başımıza gelenleri çaresiz kabullendik.
Depremle birlikte şunu gördük ki, devlet adına karar verenler böylesine büyük bir felaketin bütün sorumluluğunu İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durumu Yönetimi (AFAD) Başkanlığı’na yüklemiş. Kuruluşu yeni olan tecrübe mazisi ve bilgisi sınırlı bu kurumun her konuya yetişmesinin zor ve de imkansız olduğu gerçeği ortadadır. Pratik bize bunu apaçık gösterdi.
Geniş bir coğrafyadan gelen yardımları toplamak ve dağıtmak, acil kurtarma faaliyetlerini organize etmek tek başına AFAD’ı aşan bir durum oldu. AFAD’ın iyi niyetle çalışanlarına ka-pasitesinden fazla sorumluluk yüklendi ve bu ağır yükü kaldıramadılar. Gözler asker aradı.
İçişleri Bakanlığı depremin etkilediği illeri afet bölgesi ilan etti. Aradan 24 saat geçtikten sonra ilk anda 3 Bin 500 kişilik askeri birlik deprem bölgesine ulaştırıldı. Asker göndermede geç kalındığı ve bu sayının da çok az olduğu da tartışılıyor. Asker gönderme prosedürü kolay değil. Çünkü, İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında 1997’da imzalanan ve adına EM-AS-YA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) denilen protokolle, polisin yeterli olmadığı durumlarda toplumsal olaylara asker müdahalesi sağlanmıştı. Valiler istemese de askerin olaylara müdahalesini de öngören bu protokol 2010 yılında askerler darbe yapabilirler iddiasıyla kaldırılmış. Yeni bir protokol yapılmadığı için o tarihten beri valiler askerden yardım isteyemez olmuş.
Hükümetin ilk gün, bu 10 vilayete yeni valiler atamasının ne anlama geldiğini henüz anlamadan Cumhurbaşkanı’nın (Bu yetki önceleri Bakanlar Kurulu’na aitti) bölgede üç ay süreyle Olağanüstü Hal (OHAL) ilan ettiğini açıklaması, asker gönderme ve asayiş olaylarını önlemeye yönelik bir adım olduğunu gördük.
İçişleri Bakanı Soylu’nun bölgeye 10 bin polis ve 10 bin jandarma gönderileceğini açıklaması da bunun ardından geldi. Bölgede bazı münferit yağma olayları hariç bir asayiş sorunu değil, ilk yardım, kurtarma ve iaşe sorunu vardı. Komando veya asker de bunun için gerekliydi.
Çok önemli denilen ilk 24 saatte ve hatta 100’üncü saatte bile kurtarılanlar sevinç kaynağı olurken, enkaz altında hala daha yüzlerce kişinin olması ne yazık ki moralleri hepten bozuyordu.
Bölgede 10 bakanın da görev yapması iyi niyetli bir girişim olsa da halkın acil çözüm bekleyen kurtarma, barınma, su, yemek, sorununa çözüm olamıyordu.
Geçmiş depremlerde görev alan ve deneyim sahibi sivil toplum kuruluşları ve belediyelerin bu depremde görevden alıkonulmaları ve her şeyin AFAD iznine bağlanması ne yazık ki bir çok konuda eksik ve yanlış sonuçlar doğurdu. Bu hata kısmen giderilse de, telafisi hiç mümkün olmayacak ve geri gelmeyecek çok değerli kayıplara neden oldu. Konunun siyasi partiler üstünde devlet ve millet meselesi olduğunu, bu nedenle yardım dağıtılmasında adil ve tarafsızlık ilkesi doğrultusunda hareket edilmesi de en büyük beklentilerden biri olacaktır.
Türk halkı yardımlaşmak için ayağa kalkmış ama organizasyon bozukluğu nedeniyle ilk günlerde binlerce insan aç susuz ve açıkta kalmış sıkıntı çekmiştir.
Gönüllüler görev dağılımı yapılmadığı için ellerinden bir şey gelmemekte orada boş beklemektedir. Yardımların kime, nasıl dağıtılacağı belli olmadığı için halk çaresiz bir halde yaşadığı bu şoku atlatmaya gayret ediyor. Yakınlarını kaybeden, kayıp veya yaralılarını arayan insanlara devlet yeni bir organizasyonla sahip çıkmalı, karnını doyurmalı, sıcak yatacak yer ve seyyar tuvalet temin etmeli. Devletin buna gücü yeter. Bunun için sivil topluma ve belediyelere görev vermek, yol göstermek gerekir. Yapılan faydalı ve iyi işler için devletimize, orada gece gündüz fedakarca çalışanlara en kalbi duygularla teşekkür ederken, yakınlarını kaybedenlere başsağlığı diliyor, kalanlara geçmiş olsun diyorum.
Kederde ve tasada birlikte hareket edip, dayanışma içinde olmak böyle acılı ve kara günler için fazlasıyla gerekiyor.
Başın sağ olsun Türkiyem.