Doğa, ekonomi ve yaşam iç içedir, birbirlerinden etkilenirler.
Çok basit bir örnek ile konuya giriş yapayım.
Diyelim ki ormanlar ile kaplı ve binlerce canlının yaşamış olduğu bir güzelliği ama inşaat ama maden ama taş, demir veya altındaki değerler için tahrip ediyorsunuz. Hiç şüphemiz olmasın ki, kısa bir süre sonra bu tahribat hepimizin içinde yaşadığı dünyanın iklimine etkisini gösterecek ve bu olay bize olumsuzluklar ve doğa felaketleri olarak geri dönecektir.
Peki, “yapmayalım mı, yapılaşmayalım mı, kalkınmayalım mı?” diye soranları duyar gibi oluyorum.
Planlı, programlı ve yeni iklim anlaşması çerçevesinde gelişmiş ülkeler nasıl yapıyorsa biz de öyle yapalım.
Geçen hafta Bursa’mızın Dünya harikası İznik Gölü’nün kuruma tehlikesini anlatan bir belgesel izledim.
Sadece Bursa değil ülkemizin birçok yerinde buna benzer üzücü çevre felaketleri söz konusu.
Kimseyi suçlamak için söylemiyorum çünkü suçlu hepimiziz ne birimiz eksik ne de fazla.
Dünyamız artık sinyal veriyor iklim değişiyor, havaların aşırı soğuması ve ısınması yüzünden yüzyıllardır ekip biçtiğimiz ve yetiştirdiğimiz ürünleri yakında elde edemeyeceğiz.
Ülkemiz de Paris İklim Anlaşması’na imza attı ve bu yönde planlamaların yapılması şart oldu.
Bursa’nın suyunu su zengini Kars’a satmak yerine, Kars’ın suyunu orda şişeleyip satma düşüncesi daha uygun değil mi?
Nakliye için su kadar da fosil yakıt tüketerek oraya ulaştırmanın hesabını artık otoriteler planlamalılar.
Meyve sebzede ve gıda ürünlerinde de durum böyledir.
Bu iki örnek ile karbon ayak izinin basit bir anlayışını ortaya koymaya çalıştım.
Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı ve Paris İklim Anlaşması’na imza atan ülke olarak artık karbon vergisi yükümlülüğümüz de söz konusu.
Ama diyelim ki Bursa’dan 2 bin km uzaklıkta su cennetine karbon salarak göndereceğimiz ürünleri yerinde üretmek doğaya da hizmet olacaktır.
Uzun lafın kısası Uludağ’ın suyu demek yeraltı suyu demek, Uludağ’ın suyu demek İznik Gölü, Gölyazı hatta ve hatta Kuş Cenneti Manyas’ın suyu demek.
Eğer döngüyü sağlayamaz yer altı sularını çeker, yapılan yollar ile göllere, derelere giden suların akışını değiştirir ve nasıl olsa su diye görür isek torunlarımıza ne göl kalır ne şişede su ne de sofrada yediğimiz zeytin.
Uludağ’ın suyu demek İznik Gölü demek, İznik Gölü demek hayat demek, gelecek demek.
Vermiş olduğum su sadece bir örnekti yerinde üretim, yerinde tüketim dünyanın artık vazgeçilmez bir sistemi olacaktır.
Saygılarımla.