Trump’ın Geri Dönüşü

Sene 2018. ABD’nin başkenti Washington DC’de hukuk yüksek lisansımı yaparken, beraber yaşadığım ve o dönem ABD kongresinde ayrı partiler için çalışmakta olan arkadaşlarımla siyaset konuşuyoruz. Başkanlık dört yılda bir olsa da, ABD kongresi iki senede bir seçime gidiyor. Seçimden önceki haftalarda bu çocuklar, akşamları politika konuşuyorlar. Sorulardan birini unutmam: “Bahadır, sence senin öğrenci vizesiyle oy kullanman gerekir mi?” Beni şaşırtan soruya “Elbette hayır” cevabını verdim. Eğitim, ulusalcılık, hukuk gibi alanlarda birçok soru ve konuşmadan sonra, daha iyi anlamıştım: Siyasi konularda, kullanılan terimler bile ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor.

ABD seçimlerini de, bu gözle incelemek gerekir. Sistemin özetini yapalım: 50 eyalet ikişer senatör yolluyor ve 100 kişilik Senato oluşuyor. Yine 50 eyalet, 10 senede bir yapılan nüfus tespitine göre nüfuslarına oranla Temsilciler Meclisine toplam 435 temsilci yolluyor ve bu iki yasama birimi bir arada ABD Kongresi’ni oluştururken, kanunların iki birimden de geçmesi aranıyor. İki yılda bir Kongre yenileniyor. Başkan dört yılda bir seçilirken, toplamda en çok iki kez seçilebiliyor ve 50 eyaletin nüfusuna göre belirlenen temsilci sayılarına eyalet başına ikişer temsilci ve en son eyalet olmayan bölge Washington DC için de üç kişi eklenerek toplamda 538 kişilik (435 + (50*2) + 3) bir hayali kurul oluşurken, ülkeye nüfus ve yukarıda bahsettiğim sistemle bu 538 parça dağıtılıyor. Sonucunda 270’e ulaşan, başkan oluyor. Peki neden basit çoğunluk değil? Arkadaki mantık şu: ABD kurulurken çok sayıda eyalet bir araya geliyor ve eyaletler, iç işlerine çok da karışılmasını istemiyor. 1789’da George Washington seçildiğinden beri bu sistem uygulanıyor, elbette değişikliklere uğrayarak. Basit çoğunluk olursa, kırsal ve az nüfuslu kesimlerin söz hakkı ortadan kalkar diye düşünülüyor. Zira 2016’da Trump yüzde 50’nin altında kalmasına rağmen, büyük şehirler dışındaki yerleri domine ederek, bu sayede başkan olmuştu.

Elbette ekonomi, istihdam, sınır politikası, adayların karizması, medya üzerindeki etkileri her yerde önemli. Ancak ülke bazında dinamikler de mevcut. Kimlik siyaseti etkisini azaltmış gibi duruyor. Ayrıca artık medya eski medya değil; insanlar, kendilerine süzgeçten geçirilmiş ve “yorum eklenmiş” bilgiler yerine, bilgiyi doğrudan kaynağından edinmek istiyor ve farklı platformları tercih ediyorlar. Tabi bunun için yalanı/abartıyı gerçekten ayırabilen okuyucu kitlesi gerekli, o da ayrı konu. Seçimde her eyaleti yüzde 100 doğru bilen tek mecra, köklü anket şirketleri değil, kriptopara ile bahse girilen seçim borsası Polymarket oldu. Bunu açıkçası, insanların paralarını ortaya koyunca “dürüst” oluverdiklerine bağlıyorum. Adeta bir tüccar olan Trump’ın iyi yönlerinden birinin, bürokrasiyi azaltmak olacağı söyleniyor. Zira oğlunun ifadesine göre Trump, başkan seçilmeden önce başkentte hiç konaklamamış bile. Yani bir “kariyer politikacısı” olmadığını, iş insanı olduğunu vurgulamaya çalışıyor. Ülkemize etkilerini de, bu perspektiften düşünerek sizlere bırakıyorum.

Hangi aday daha iyiydi tartışması yapmak bana düşmez. Zaten genelde kimsenin iyi-kötü olarak sınıflandırılmasını doğru bulmuyorum. Keskin değerlendirmelerin bazen bundan menfaati olanlarca yapıldığını düşünürüm. İyi ve kötü yönleri vardır. Ayrıca demokrasilerde seçim zaten, daha iyi olanın seçilmesinden ziyade; insanları en çok kimin ikna ettiği ile ilgili değil midir? Kim, kimin daha iyi olduğuna, nasıl karar verebilir?