Bazı sivil toplum kuruluşlarınca gerekli yasal izinler alınarak veya alınmaksızın mitingler ya da sair toplantılar gibi etkinlikler yapılmaktadır. Bu etkinliklerde toplanan kalabalık arasında kavga veya dışarıdan müdahale sonucu (canlı bomba gibi) kişilere (hayata ya da vücut dokunulmazlığına) karşı suçlar işlenmektedir.
Söz konusu suçlar sonucu zarar görenler; meydana gelen olaylardan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle idare mahkemelerinde Devlet aleyhine davalar açmaktadırlar. Bu davaların temel dayanağı, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 17/I’inci. madde fıkrasına göre: “Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.”
Anayasa’nın 5. maddesi uyarınca da: “Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler.1 Anayasa Mahkemesi; yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini dikkate alarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelemektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevini (öldürmeme yükümlülüğü) içerirken pozitif yükümlülük hem her türlü tehlikeye karşı bireylerin yaşam hakkını korumayı (yaşamı koruma yükümlülüğü) hem de olayın niteliğine -yaşam hakkının kasten ihlal edilip edilmediğine- bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalar yürüterek olayı soruşturma ve gerektiğinde ihlale uygun karşılık gelen yeterli yaptırımlara karar verme (usul yükümlülüğü) yükümlülüğünü içermektedir.2 Bu sebeple devletin bir ölümden kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumlu olunduğuna ilişkin iddianın yaşam hakkı kapsamında incelenmesi mümkün değildir.3
Aynı anlayış, vücut dokunulmazlığına karşı suçlar için de geçerlidir. Uyuşmazlığın çözümlenmesinde, Devlet tarafından olay öncesinde ve sırasında yeterli güvenlik önlemlerinin alınıp alınmadığı da önemli bulunmaktadır. Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılıp yapılmadığı yani, devlete ait pozitif yükümlülüklerin usul boyutunun gereği gibi yerine getirilip getirilmediğinin özellikle tespiti gerekmektedir.
Yaşam hakkı kapsamının incelenmesinde ise aşağıdaki hususlar dikkate alınır;
- Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturması,4
- Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler alması,5 - Önceden belirlenebilir bir veya daha fazla bireyin yaşamına yönelik bir tehdit söz konusu olmasa bile kişilerin yaşamını korumak için genel güvenlik tedbirleri alması gerekir.6
Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında sözü edilen pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz7 ve yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur.
Ailenizle birlikte esenlik ve mutluluklar diler, en içten saygılarımızı sunarız.