Sadece Sanayide Değil, Yaşamda da YEŞİL DÖNÜŞÜM ZAMANI (1)

Önceki hafta gazetemizin manşetini ‘’Sanayide Yeşil Dönüşüm Zamanı’’ haberi doldurmuş ve ‘’Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı ile şirketlerin gündemine giren Yeşil Dönüşüm, son dönemde özellikle ihracatçı firmalar için ajandanın ilk sırasına yerleşti.’’ başlığı altında firmaların bu dönüşümde attığı adımlar anlatılmıştı. Aslında firmalar AB ülkelerine ihracatlarını gerçekleştirebilmek için bu adımları atmak zorundaydılar, atmazlarsa yeşil dönüşüm olmadan ürettikleri malları satmaları mümkün değildi.

Ben size önümüzdeki birkaç hafta boyunca dünyadaki gelişmeler paralelinde, ‘’Yerküre Üzerindeki Yaşamın Yeşil Dönüşüm Zamanı’’nın da geldiğini, eğer bu dönüşümü yapmazsak, bizim de yer küre üzerinde yaşamımızın zorlaşacağını, bilim insanlarının görüşleri doğrultusunda aktaracağım.

Bilim dünyasının büyük bölümü, küresel ısınmanın bu yüz yıl içinde 1,5C dereceyi aşmasını, bekliyor. Bu sıcaklık artışının doğuracağı iklim değişikliğinin, büyük insan topluluklarının yaşadıkları alanlarından göç etmelerine neden olacağı, vurgulanıyor. Gelin bu konuda araştırmalar yapan bilim insanlarının görüşlerine göz atalım;

Ortalama insan ömrünün geçtiği bir süreç içinde İstanbul’un farklı bölgelerinde yaşayanlara çocukluklarının geçtiği günleri sorarsak, her biri bugünkünden farklı manzaralar çizer, aynı değişim ülkemizin farklı bölgelerinde de göze çarpar, örneğin Manisa, balıkçılığın geçim kaynağı olduğu Marmara Gölü yerinde bugün yeller esiyor, Soma’da santral bacalarından çıkan dumanlardan gökyüzünü görmek zorlaşıyor.

Türkiye’deki bu birkaç örnek görüntü aslında dünyada da son bir asırdır pek farklı değil, hızla büyüyen şehirler, yağmur ormanlarının azalması, denizlerin, göllerin aşırı kirlenmesi ve doğa canlıları üzerindeki avcılık baskısı, şehirlerdeki hava kirliliği, sadece bulunduğu alanda değil, yüzlerce kilometre karelik alanda hava kirliliğine neden olan, fosil yakıtlarla çalışan santrallarının baca dumanları, hepsi ayrı ayrı doğayı tahrip eden felaketler olarak önümüzde akıyor. Ama çok daha büyüğü geliyor, hem de çok uzakta değil, yaşadığımız ortamı sarıyor, Küresel Isınma ve İklim Değişikliği, yaşamımızı ve geleceğimizi etkisi altına alıyor.

Bilim insanları sanayi devrimi sonrasını farklı bir çağ olarak, tanımlıyorlar. 4,6 milyar yaşındaki dünyamızın sadece ve sadece 250 yıllık bölümü, bize insanlık tarihinin küçücük bir kesitini önümüze seriyor. İşte bu küçücük süreç, insanlığı içinden çıkılması çok zor bir dönemin eşiğine, İklim Değişikliği ile mücadeleye taşıyor. İklim Değişikliğini anlayabilmek için, iklim koşullarının oluştuğu atmosferi ve yer kürenin konumunu kısaca incelemek gerekiyor. En basit anlamıyla atmosfer dünyayı saran gaz kütlesi olarak, tanımlanabilir. Bu gaz kütlesinin yüzde 78’i Azot, yüzde 21’i Oksijen ve yüzde 1’i diğer gazlardan oluşuyor. İşte bu diğer gazlar, su buharı, CO2, Metan ve benzeri gazlar sera etkisini farklılaştırdığı için İklim Değişikliği oluşumunda etkili oluyor.

Eğer atmosfer olmasaydı dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının -18C derece olacağı tahmin ediliyor, bu dünya yüzeyinin tamamının buzullarla kaplı olduğu bir senaryoyu gündeme getiriyor. Oysa bugün dünyanın ortalama sıcaklığı +15C civarında, bu da içinde yaşadığımız koşulları oluşturan en önemli faktör, oluyor. Dünyayı saran gazların sadece yüzde 1’ini oluşturan sera gazlarının çoğalması, atmosferin canlı yaşamını destekleyen özelliğini olumsuz etkiliyor. 200 yıl önceki sanayi devrimi sonrasında içindeki sera gazlarının çoğalması, atmosferi doğal bir sera olmaktan çıkarıp canlılar için tehlikeli bir ortama dönüştürüyor.

İklim Değişikliğinin hızının azaltılması, uyumu ve finansmanı hakkında, BM çerçevesinde 2015 yılında imzalanan ve 2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması ile sera gazlarının salınımlarının 2030 yılına kadar, en az yüzde 45 azaltılması,  küresel ısınmanın da 1,5C derecede tutulması, hedeflenmiştir.

Küresel Isınmanın +1,5C ile sınırlı tutulması, başta insan olmak üzere, yer küre üzerinde yaşayan birçok canlı türün varlığı için hayati önem taşıyor. Bazı ekosistemler kalıcı olarak yok olurken, aşırı hava olaylarının sıklığı önemli ölçüde artıyor…