Sektörel Haberler

Özkan Kamiloğlu: Tarımsal üretimden çıktık

Uludağ Meyve Sebze Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Özkan Kamiloğlu, “Türkiye’nin tarımdaki temel sıkıntısı, üretemiyor olması. Türkiye tarımsal üretimden çıktı. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de; işletmelerin küçük olması, her işletme büyüklüğünün bir aileyi, bir nüfusu besleyemiyor, geçindiremiyor olması” dedi.

AYDIN DAĞTEKİN

Bir zamanlar “Tarımda kendine yeten ülkeler arasında” dediğimiz Türkiye, yanlış politikalar nedeniyle bugün bu ligden düşmüş durumda. Bunun temel nedeni, belki de tarımda planlamanın yapılmamış, yapılamamış olması. Diğer temel sorunlar da tarımsal arazilerin, bu alanda başarılı olan ülkelere göre oldukça küçük kalması; mazot, ilaç, tohum gibi yüksek girdi maliyetleri, kooperatifleşme ve şirketleşmenin yetersiz olması, dolayısıyla tarımsal uğraşın küçük aile işletmeciliği bandında kalması. Tarımsal ürün ihraç eden şirketler içinse bu sorunlara ilave olarak işçilik, kur-enflasyon-fiyat dengesinin bozulması, vergiler, sık sık başvurulan günü kurtarmaya dönük tarımsal ürün ithalatı ve Bursa’da tarım – sanayi dengesinin bozulmuş olması ekleniyor.

Kendisi de bir çiftçi olan, Bursa ve Manisa’daki fabrikaları aracılığıyla yıllardır bu işin işletmeciliğini yapan, Uludağ Meyve Sebze Mamulleri İhracatçıları Birliği (UMSMİB) Yönetim Kurulu Başkanı Özkan Kamiloğlu ile tarımın sorunlarını ve neler yapılması gerektiğini konuştuk.

*Tarım sektöründe temel sıkıntılar nelerdir sizce? Bir çerçeve çizebilir misiniz?

Türkiye’nin tarımdaki temel sıkıntısı, üretemiyor olması. Türkiye tarımsal üretimden çıktı. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi de, işletmelerin küçük olması, her işletme büyüklüğünün bir aileyi, bir nüfusu besleyemiyor, geçindiremiyor olması. Eskiden bu bir derece kolaydı, çünkü tarımsal girdilerin maliyetleri bu kadar yüksek değildi. Çiftçi, tarlasını boş bırakmamak için ekiyordu. Ama şimdi maliyetler o kadar yükseldi ki, “Ya ben ekeyim, nasıl olsa satarım diye düşünemiyor, yapamıyor.” Zaten işletmesi de küçük, ürettiği şeyin çok fazla bir değeri olmuyor.

Ayrıca tarımda çalışan nüfus, örgütlü değil. Avrupa’da çiftçiler, tarım kesimi çok örgütlü. İtalya’da hemen hemen her çiftçinin bağlı olduğu bir kooperatif ya da üretici birlikleri var. Onlar vasıtasıyla ektiği ürünün nasıl satılacağının planlaması önceden var, bizde ise o yok. Bizim çiftçimizin en büyük sıkıntısı bu, yani örgütlü olmaması, ürettiğini nereye satacağını bilmiyor olması. Yapılması gereken temel şeyler; işletmeleri büyütmek ve çiftçiyi örgütlü hale getirmek ki, söz sahibi olabilsin. Hem neyi üretebildiğini planlayabilsin hem de ürettiğini değerinde satabilsin, parasını da zamanında alabilsin.

Toplulaştırma yavaş ilerliyor

*Türkiye’de tarımsal araziler, tarlalar gelişmiş ülkelere göre küçük. Toplulaştırma çalışmaları ne durumda?

Arazi toplulaştırılması önemli ölçüde yapıldı, program devam ediyor ama çok yavaş. Belli bir plan dahilinde araziler toplulaştırılıyor. Örneğin, Yenişehir’de arazileri önemli ölçüde birleştirdiler. Bu konuda kısmi de olsa bir başarı sağlandı.

*Ülkenin sanayileşmesi, tarımı nasıl etkiliyor?

Türkiye sanayileştikçe, sanayinin insan gücüne ihtiyacı da artıyor, dolayısıyla genç nüfusun büyük bir bölümü sanayiye kayıyor. Bu da tarımda çalışan nüfusun azalması demek. Bu kötü bir şey değil. Yani ABD nüfusunun yüzde 5’i, AB’nin nüfusunun yüzde 8’i tarımla uğraşıyor ama işletmeler büyük. Teknoloji de yoğun kullanılıyor, dolayısıyla geliriniz de ona göre. Ve gelişmiş ülkelerde, örneğin Almanya’da çiftçi olmak, toprak sahibi olmak çok prestijli bir iş, parlamenter olmaktan daha değerli. Bizde ise tam tersi.

*Tarımda vergilendirme konusunda ne düşünüyorsunuz? Yanlış giden, ‘Bu olmasa iyiydi’ diyebileceğiniz uygulama var mı?

Bence Türkiye’deki temel sorunlardan tanesi de tarımsal üretimden vergi alınıyor olmasıdır. Vergi, kazançtan alınır. Tarımsal üretimde stopaj adı altında, ürettiğiniz her ürünün yüzde 2’sini otomatikman, para kazanın ya da kazanmayın, Maliye’ye teslim etmek zorundasınız. Bu çok yanlış bir uygulama. Cumhuriyet’in ilk yıllarında işe yarayan fonksiyonel bir vergiydi ama o zaman ülkenin sanayisi yoktu, vergi toplayabileceği bir alan yoktu. Bugün öyle değil, Türkiye her şeye rağmen sanayi ve hizmetten vergi alabiliyor. Halktan da zaten topluyor. O açıdan tarımdan artık almaması lazım. Tarımdaki stopaj vergisinin kaldırılması lazım. Cebri, eskiye dayalı bir vergi bu.

Bu maliyetlerle malınızı kimse almaz

*Tarımda verimliğin artırılması için neler yapılmalı sizce?

İşletmelerin büyütülmesi ve arazilerin toplulaştırılması projesine devam edeceğiz, daha hızlı bir şekilde. İkincisi, dünya ile rekabet etmeniz için, üretim girdi maliyetlerinizin dünyaya paralel ya da onun altında olması lazım ki, ürettiğiniz ürün dünya pazarına arz ettiğiniz zaman ilgi görebilsin, satılabilsin. Aksi halde bu yüksek maliyetlerle üretirseniz, malınızı kimse almaz. En büyük sorunumuz, enerji, traktörlerde kullandığımız mazot. Enerji fiyatlarının sübvanse edilmesi lazım. Örneğin Almanya dahil olmak üzere gelişmiş ülkelerde, çiftçilere kullandırılan motorin renklidir, kırmızıdır. İhtiyacınızı yerel tarım teşkilatı tespit eder ve size bir karne verir. Şu kadar vergisiz mazot hakkınız var der. Siz de istediğiniz akaryakıt istasyonuna gider, onu alır kullanırsınız. Aynı şekilde gübre fiyatları düşürülmeli. Örneğin Hindistan, gübre fiyatlarını sabitledi. “Ben size gübreyi şu fiyattan vereceğim” dedi. Bizde öyle değil ve dört-  beş kat arttı, insanlar alıp atamıyorlar tarlalarına. Böyle olunca da üretim maliyetleri yüksek oluyor. Gübre, ilaç, işgücü pahalı. Her ne kadar 17 bin liralık asgari ücret bir şey ifade etmiyor olsa da, tarımda günlük yevmiye olarak ödediğiniz 700-800 lira gibi paralar büyük bir maliyet. O açıdan dünyaya nazaran pahalı üretiyoruz.

*Sektörünüzde nitelikli eleman sıkıntısı var mı?

Sektörümüzde böyle bir ihtiyaç var tabi ama bizim tarım kesiminin Türkiye ekonomisine en büyük katkısı da vasıfsız insanı çalıştırıyoruz biz. Örneğin, arkada çilek işliyoruz ve 100 küsur insan çalışıyor, aralarında okur yazar olmayan insanlar var. Başka bir sektörde çalışması mümkün değil. Sosyal yönü de var bu işin yani. Diğer yandan tarımdan gelen döviz, net gelirdir. Bu açıdan tarımın katkısı, otomotivin katkısından daha büyük.

*Tarımda makineleşme ne durumda?

Bunu yapabilmeniz için kooperatifleşmeye, şirketleşmeye ihtiyacınız var. Bir traktörün ekonomik çalışabilmesi için asgari 200 dönüm arazi lazım. 10 dönüm, 20 dönüm arazisi olan çitçiye verdiğiniz zaman, traktör ekonomik değil.

En vahimi de tarımsal ithalat

*Eğitim ayağında neler yapılması gerekir, önerileriniz nedir?

Eğitimi veren insanın eğitimi de önemli. Benim dönemimde dört Ziraat Fakültesi vardı, bugün 56’yı çıkmış durumda. Her politikacı kendi kasabasına Ziraat Fakültesi istedi, kuruldu. Bizim dönemimizde, 70’li yıllarda mezun olan insanlar, çok daha kalifiye ve donanımlıydı. Aradan geçen zamandaki teknolojik gelişmeye rağmen. O zamanlar çok farklı bir eğitim düzeni vardı, şimdi ise eğitim seviyesi düştü. Bizde şu an 13 tane Ziraat Mühendisi var, Gıda Mühendisi var. Ancak geçmişe nazaran donanım olarak daha zayıflar.

*Tarım ihracatçısı işletmelerin kur sorunu da var. Tarımsal ürünlerin ihracatının devamı açısından kurda denge nasıl sağlanabilir?

Türkiye, ihracatla ancak tarımı kalkındırabilir. Tarımsal ürünlerin ihracatı üzerinde bir kur baskısı var, kur düşük. Bunu yönetmeye çalışıyoruz. Faizler çok yükseldi, artık düşük faizli kredi alıp ihracat yapmak mümkün değil. Finansmana ulaşmakta sıkıntı çekiyoruz. Hepsinden daha vahimi de şu; Türkiye kendine yetecek üretim yapamadığı için ithalat yapmaya başladı. Tarımsal ürün ithalatını eskiden devlet nispeten de olsa kısıtlardı ama şu anda, olur olmaz ülkelerden ithalat yapılıyor. Özellikle Mısır’dan çok miktarda dondurulmuş ürün geliyor. Bu, ihtiyacımızı geçici olarak karşılasa da, Türkiye’nin çiftçisi üzerinde caydırıcı etki yapıyor. Bu da Türkiye’de tarımsal üretimin daha da düşmesine, çiftçinin yorulmasına neden oluyor. İthalatın kontrol altına alınması lazım. Şu andaki hükümet politikası ise; ne olursa olsun ucuz mal gelsin, içeride enflasyon yükselmesin şeklinde. Uzun vadeli projeler düşünülmüyor.

Taban fiyat 1 yıl önceden belirlenmeli

*Taban fiyat sisteminin sağlıklı işleyebilmesi açısından, nasıl bir uygulama olması lazım?

Ben çiftçiyim. Tarlama ektiğimiz üründen seneye ne kazanacağımı bilmeliyim ki, buğday ekebileyim. Buğday, tarımın belkemiği. Mutlaka dört senede bir tarlanıza ekmeniz lazım ki, tarla temizlensin. O açıdan bunun teşvik edilmesi lazım. Ama biz buğday olgunlaşıyoruz, ondan sonra fiyat veriyoruz. Ne fiyat verirseniz verin, sonucu değiştirmiyor. Biz diyeceğiz ki, 2025 yılındaki buğday fiyatı, dünya borsalarındaki fiyat neyse odur. “Dünyadan ithal edeceğime, parayı Ruslara vereceğime, parayı kendi çiftçime vereceğim” demektir bu. Buğday dünya borsalarında 400-425 dolardır, biz 600 dolara kadar buğday aldık dışarıdan. Fiyat 1 önceden belli olursa ve dünyadaki ile aynı seviyede olursa, çiftçi eker ve rahat eder, ne kazanacağım diye endişe etmez. Öbür türlü mümkün değil.

*Tarımda oldukça başarılı olan ve sürekli bahsedilen bir Hollanda örneği var. Hollanda ne yapıyor ki, tarımsal üretim ve ihracatta bu kadar başarılı ve ülke olarak biz neler yapmalıyız?

Gelişmiş ülkelerde tarımda çalışan nüfus az, işletmeler büyük. İkincisi, hükümetler kalıcı, sürekliliği olan projelerle destek veriyor tarıma. Hollanda’nın bir başarısı da ülke dışında yaptığı üretimdir. Kenya’dan tutun da Endonezya’ya kadar… Hollanda’nın toprağı yeterli değil, dolayısıyla örneğin Kenya’da çiçek üretip bunu uçaklarla Hollanda’ya taşıyor. Onun dışında tarım teknolojisini geliştirmiş zengin bir ülke. Çiftçisine ucuz mazot, gübre veriyor. O şekilde üretimini devam ettiriyor ki, bizim bunu şu an için yapmamız biraz zor görünüyor. Hollanda’nın tarımsal ürün ihracatı, 122 milyar Euro. ABD’den sonra dünyadaki ikinci büyük tarım ihracatçısı ülke. Bizimki 32 milyar dolar. Aradaki fark çok büyük.

Bursa’ya yeni OSB cinayet olur

*Bursa’da sanayicilerden gelen yeni OSB taleplerine nasıl bakıyorsunuz? Bursa’nın tarım, turizm potansiyeli ile özellikle Kestel bölgesindeki hava kirliliğini de dikkate aldığınızda, kentte sanayi - tarım dengesi nasıl sağlanabilir?

Ben çiftçi olduğum kadar, aynı zamanda sanayiciyim de. Bursa ve Manisa Salihli’de fabrikalarımız var. Sanayi olmadan bir ülke zenginleşemez, bunu kabul etmek lazım ama Türkiye’nin yaptığı en büyük hatalardan bir tanesi, sanayinin büyük bir kısmını Marmara Bölgesi’ne yoğunlaştırmış olmasıdır. Türkiye, Marmara’dan ibaret değil. Eğer sanayiyi ülke geneline yayabilirsek, hem nüfusu yerinde tutma şansımız olur, hem zenginliği ülke sathına yaymış oluruz, böylece iç göçü kontrol altına almış oluruz, kentler üzerinde de bu kadar baskı olmaz. Enteresandır, Bursa’nın kendi iç göçü bile Bursa’yı bunalttı. Benim yetkim olsa Bursa’ya bir tek çivi çaktırmam. Yeni sanayi bölgelerini katiyen ve katiyen açtırmam. Badırga’da filan kurulanlar, Bursa’ya fayda sağlamayacak. Niye? Deniz kusuyor artık, müsilaj nedeniyle Marmara Denizi artık bu yükü kaldıramıyor. Ne kadar arıtırsanız arıtın, ki asla bunu yapmıyorsunuz, Nilüfer Deresi’nin halini görüyoruz… Dolayısıyla bu kirliliği, bu sanayi ağırlığını Bursa kaldıramaz. Ova’daki toprak sanayi toprağı mıydı, yoo, şeftali bahçelerini kesip üzerine fabrika yaptılar. Bari doğru dürüst işletin. Fabrikaların bacalarından çıkan dumanı görüyorsunuz, hiçbir müdahale yok! Çevre Müdürlüğü var bu şehirde. Bacalardan çıkan duman da gündüz gördüğünüz, geceyi görmüyorsunuz. Alttan gideni de görmüyorsunuz. Hiçbir arıtmaya tabi tutulmadan boyahanelerin bütün kimyasalları Marmara Denizi’ne boşalıyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. O açıdan artık Bursa’ya sanayi yatırımı yapılması doğru değil. Yenişehir’de 5 bin dönüm ipek gibi bir toprağı çevirdiler, “Biz buraya otomotiv test merkezi yapacağız” diye. Yahu kardeşim, bunu Yozgat’a yapsanız, kıyamet mi kopar? Burada demiryolu düzenlemesi yapıldı, nakledin trenle, orada yapın. Hem oradaki insanların zenginleşmesini sağlarsınız hem de buradaki tarım arazileri elinizden çıkmaz. Eski sanayi bölgelerin ıslah edilmesi, modernize edilmesi tamam ama artık Bursa’da yeni sanayi bölgeleri olmaz, cinayet olur, artık yeter!