Memleketimiz öyle zengin ki her yerden cevher fışkırıyor. Bu cevher fışkıran memleketimin insanları cevahir yumurtluyorlar. Yumurtlamakla kalmıyorlar, sosyal medyada yumurtalarını servis ediyorlar.
Bu hafta ortasından beri kıvırcık saçlı, hafif göbekli, kirli mi değil mi belli olmayan değişik sakallı, çat burada çat kapı arkasında olan, genç profesörlerimizden Oytun Erbaş’ın yumurtladığı cevahir üstüne konuşulup durdu. Herkes ne söylediğini biliyor. Duymamış olanlar için ip ucu anahtar sözcükler vereyim de YouTube’tan izlesinler:
“Oytun Erbaş fasulye
Oytun Erbaş protein
Oytun Erbaş fakirce yaşam
Oytun Erbaş asgari ücret”
Dünya çok ilginç bir yer. Her geçen gün daha da ilginç hale geliyor. Bir kadın, hurda topladığı arabasının üzerinde, hurdalar arasına yerleştirdiği çocuklarını soğuktan korumak için bir hurda tencere içinde ateş yakıyor. Aynı ülkede, bir başka kadın ise Michelin yıldızlı bir restoranda, ateşler içinde servis edilen bir lokmacık yemeğe servet ödüyor.
Michelin Yıldızı, Michelin Rehberi tarafından restoranların kalitesini değerlendirmek, öne çıkanları ödüllendirmek amacıyla kullanılan prestijli bir ödüldür ve ünlü otomobil lastiği firması Michelin tarafından verilmektedir.
Michelin yıldızlarının çıkış hikâyesi de, Fransız lastik üreticisi Michelin firmasının sürücülere ve yolculara kaliteli otel ve restoran önerileri sunarak deneyimlerini iyileştirme çabasına dayanıyor.
Dünya düzeni kuruldu kurulalı tezatlarla dolu. Hep güçlü-güçsüz, hep zengin-fakir olmuştur. Ve fakat tarihin hiçbir döneminde sınıflar arasında bu kadar fark olmamıştı galiba.
Arz her zaman talebe göre yapılır. Bu değişmez bir kuraldır. Bir Michelin Yıldızlı restoranda yemek yemek, sadece yemek yemek demek olmadığı için tercih ediliyor.
Peki burada yemek yemek, yemek yemekten öte bir şeyse, oraya giden müşteri ne satın alıyor? Cevabı o kadar basit ki. Büyük harflerle yazayım: ANLAM
Koskocaman bir tabakta servis edilen anlam. Tabağa anlam katan lezzet kadar önemli sunum biçimi. Soslarla yapılan şekiller, desenler…
Garnitürlerle yapılan yataklar, yastıklar… Desenlerin üzerinde, yataklarda yatan bir lokmacık et.
Belki bir deniz ürünü, bir canlının bir yeri, bir sebzenin canı ciğeri, parçası pinciği… Ama bir lokmacık.
Anlamın içini neler dolduruyor?
1. Yeni ve görülmemiş bir lezzet.
2. Gözü okşayan tabak süsleme sanatı.
3. Garsonun sunum esnasındaki tavrı.
4. Mekânın dekoru.
5. Az ve taze yenilen yemeğin sağlığa faydası.
6. O mekânda yemek yemiş olmanın prestiji.
Bir zamanlar zengin olmanın göstergesi her şeyi bolca bulundurmak ve tıka basa yemek yemekti. Roma döneminde küçük baş hayvan çevirmesinin içine bıldırcın benzeri av hayvanları doldurup öyle çevirme yaparlarmış.
Çok protein tüketmekten kaynaklanan gut hastalığına “kral hastalığı” denmesi bu yüzden tesadüf değil.
“Çok paran var, her şeye ulaşabilirsin. Her şeye ulaşabilirsen çok yersin, sağlığın bozulur ve ölürsün. O yüzden çok paran olmamalı” diye bir önermede bulunan profesör kardeşimiz, konuyu asgari ücretle ve fakirlikle karıştırıp örneklendirince haklı olarak büyük tepki çekti. Çünkü refah ve yaşam kalitesini insanımıza çok görmek bir yana dursun, hatta zar zor geçinen insanımıza bunu iyi bir şeymiş gibi dayatmaya çalıştı.
Aslında bir akademisyenin, hele de her konuda konuşan bir profesörün fakirlikten değil refahtan az yemeyi insanlık onuruna yakıştırmasını beklerdik.
Varsın insanımız Michelin yıldızlı bir restoranda yemek yemesin; ama istediği yiyeceği az da olsa alıp tüketebileceği bir yaşam standardına erişsin.
Oytun Erbaş, iktisata girişin baş lafı olan “insan ihtiyaçları sınırsızdır” demek istemiş ama diyememiş. Demişse de yanlış zamanda, yanlış yerde söylemiş ve hiç anlamlı olmamış.