Nilüfer Çayı

Yabana atmayın, öyle böyle değil; Nilüfer Çay’ı Bursa tarihine, coğrafyasına, çevre ve iklim statüsüne, sosyal değişimine, biyolojik gelişmesine hasılı gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün bilimsel, sanatsal, sosyal ve kültürel faaliyetlerine ismini altın harflerle kazımış bir Çay’dır.

Düşünsenize; adına “Çay” denip de tek başına olmasa da önemli katkı ile koskoca bir denizi boğabilecek güçte kaç akan su duydunuz? 11 bin 350 km metrekare büyüklüğünde Marmara’nın hem yüzeyini hem de dibini sülük örtüsü ile bembeyaz hale getirebiliyor. Kamuflaj özelliği var. Kendisini kolayca gizleyebiliyor. Bakıyorsun bir gün mavi, öbür gün kırmızı, yeşil, lacivert, siyah ya da bir başka renk olabiliyor. Kokusu var. İsterse kendisini hissettiriyor. “Buradayım, henüz ölmedim. Ölmeden yapacak işlerim var” diyebiliyor. Bir manada intikam alıyor, tehdit ediyor. Korku filmi gibi.

Geçen hafta Bursa medyası yeniden gündeme getirmiş, çevre halkı çile içinde imiş, “Bir sürü para verdik, daire aldık, kokudan oturamıyoruz, el çare artık” diye haykırıyormuş da sesleri duyulmuyormuş. “Dere yatağına inşaat olmaz denmişti ama çay yatağı için bir mevzuat yokmuş.” O yüzden ruhsatlar kesilmiş, inşaatlar yapılmış, daireler satılmış, oturuluyordu. İyi de dün mü koktu bu Çay? Benim bildiğim 40 yıldır aynı terane. Geçmişte de ayda bir haber olurdu. “Nilüfer mavi akacak”

Kampanyaları yapılır, balık yavruları atılır, balık tutan bürokrat, Çay’da yüzen siyasetçi resimleri basılırdı. Ancak bilimsel tedbirlerden uzak bu şovlar onu kurtarmaya yetmedi. Kendisini feda edenlere göstere göstere, Marmara’da canlı yaşamını öldürdü ve hatta insan yaşamını tehdit ediyor. Nilüfer Çayı haberleri her gün biraz daha kararıyor ancak cehalete farkındalık yaratmak için yetmiyor.

Bir zamanlar arıtma tesisleri kavgası vardı. OSB’lere, sanayi bölgelerine arıtma yapılması mücadelesi. Şimdi de çalıştırılmayan arıtma tesislerini ayakta tutma mücadelesi var. Buna mücadele denirse elbette.

DOSAB Başkanlığım döneminde DOSAB arıtma fizibilitesini yapmak bize nasip olmuştu. TUBİTAK ile çalışmıştık. Ve sözleşmeye fizibiliteye uygun modül artıma tesisi yapılması ve DOSAB’ın son deşarj noktasından bağlanan atık su hattından gelen suyun 1 ay süre ile bu konteynır arıtmada arıtılmasını şart koşmuştuk. Yapıldı. İçilecek evsafta su elde edilmişti. Bizden sonraki yönetimler de arıtma tesisini yaptılar. Ancak Nilüfer Çayı, DOSAB arıtmasının bağlandığı noktaya kadar, rengarenk akıyordu, bugün farklı mı acaba? Bu konuda bütün Bursalıların katkısı olduğunu kabul etmeliyiz. Sebebi olmayanın da duyarsızlığı var. Yöneticisi ile yönetileni ile, sanayisi, kamu daireleri ve bizzat kamusu ile Nilüfer Çayı’na yapılan katkılar yadsınamaz.

Şimdi gazetelerde çıkan bu rutin ve istikrarlı haberlere bakılınca bunları düşünüyor insan. Arkadaş sanayicisi, fabrikası çalışmalı, memleket için çok önemli. Fabrikanın alt yapısı da gösterilen yerlere bağlanmış, deşarj yapıyor gün boyunca, aylarca, senelerce. Ancak arıtma maliyeti yüksek. Çalıştırsa rekabet gücü kırılıyor. Çalışmayınca üç beş para kazanıyor. Çünkü rakipleri de öyle yapıyor. Tek rekabetçi arkadaşı değil, dünya ile rekabette. Sonra kazançları ile Balat’tan lüks dairelerden ya da villalardan alıyor ancak kokudan rahatsız. Onca para ver, kokudan dolayı huzurun olmasın. Günahsız çocukların, torunların o kötü havayı solusun. İyi de o koku neyin ve kimin kokusu derlerse cevabın ne? Peki, yönetenlerin cevabı ne? Acaba işyerlerinde ya da evlerde ya da isminde çevre geçen resmi dairelerde ayna yok mu? Sorsam ama ne fayda? Bakmak aklına gelen, bakıp da kendini gören var mı?

Bu işte bir gariplik yok mu sizce? Bakanlığın ismi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Şimdi daha da acınası; Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı. Şehircilik kurt, çevre kuzu. Hele iklim, o henüz civciv. Tam Kırmızı Başlıklı Kız hikayesi. Çevre ve iklim, geleceğin en önemli iki meselesi iken, Bakanlığın konuya yaklaşımını bilen varsa söylesin lütfen. Uzmanlıklarının imar uygulamaları olduğunu biliyoruz. Marmara ölüyor, çare yüzeyi temizlemek. Temiz ölsün. Soru ise, “Marmara’dan çıkan balık yenir mi?” Sanki Marmara’da balık bolluğu var. Ayrıca yemesen ne olacak? Nilüfer Suyu ile sulanan ıspanakları yerken kimin aklına çevre geliyor? Aslında ne ekilirse o biçilip yeniyor. Öleceksek, bari kendi mikrobumuzdan ölelim. Öyle değil mi? Evet eleştiriyoruz, ancak amacımız geleceğimizi torunlarımıza bırakma gayretinden.