Belki de aklımızın ermediği makul ve mantıklı nedenleri vardır. Ancak ne ise o makul neden arkasındaki mantığı sorgulamak aklın gereği gibi görünüyor. Neden mi bahsediyorum?
Türkiye’de ilk defa yurt dışı çıkış harcı uygulaması başlamıştı. Galiba 15 TL idi. Araçla Kapıkule’den yurt dışına çıkanlar hatırlar. Yurt dışı çıkış harcı pulunu giriş tarafındaki gişeden alabiliyordunuz. Sormuştum oradaki görevliye. Cevap ters bir bakış olmuştu.
Bir ara üretici ihracatçıya teşvik uygulaması vardı. İhraç edilen ürünün kilogramı başına bir teşvik primi ödenmeye başladı. Bu bedel, evraklarınızı onaylattığınızda hesabınıza yatırılıyordu. İhracat rakamlarında ciddi artışlar başladı. Çünkü ihracatçı maliyet hesabında alacağı teşviği de değerlendiriyor ve daha uygun fiyat verebiliyordu. Kısa sürede suistimaller başladı. Naylon faturalar, kutulara bolca paçavra doldurup ihracat yapmış gösterenler, tabela şirketleri kurup haksız teşvik bedellerini cebine atanlar yakalanıyordu. Bütün hırsızları yakalamak yerine, teşvik uygulamasına son verildi. Yani, Türkiye ihracatı ve dürüst ihracatçıyı cezalandırıldı.
Bu ihracat teşvik bedellerini nakit olarak ödemek yerine mahsup yoluna gidilseydi, mesela çalışan işçinin sigorta primlerinden, elektrik faturalarından mahsup edilseydi, kötü niyetli için cazibesi kalmaz suistimaller kendiliğinden biterdi. Çünkü hırsız işçi çalıştırmıyor, elektrik faturası ödemiyordu. Tercih edilmedi. Neden bilmem?
İthalat yapıyor iseniz ve yaptığınız ithalat bedeli için satıcı yabancı firmaya vadeli akreditif açıyorsanız bir harç ödemek zorunda idiniz. Vade arttıkça harç miktarı da artıyordu. Ama “cash aganist documents” denilen, malı alınca peşin ödeme sistemi ile ödeme yapıyorsanız bu harcı ödemiyordunuz. Yani ülkenin dövizini ne kadar geç dışarıya yollarsanız o kadar ceza ödüyor, peşin yollarsanız cezadan muaf oluyordunuz. Garip değil mi?
Malumunuz, devletimiz zaman zaman mali aflar çıkartır. İmar affı, SGK prim affı, vergi affı, torba aflar ve benzerleri. Bu afların görünen birinci gerekçesi, devletin tahsil etmekte sıkıntı çektiği tahsilatları yapabilmektir. 90’lı yıllarda neredeyse 3-4 yılda bir hükümetlerin kendi dönemlerinde işe yarasın diye bu aflar çıkarılırdı. Borcun faizleri silinir, anaparaya çok düşük bir faizle 24 ay-36 ay vade gibi vadelerle ödeme şansı tanınırdı. Bu beklenti bazı firmaları özellikle ödeme yapmamaya iterdi. Çünkü o yıllarda enflasyon yüzde 90’larda idi ve kredi faizleri de buna yakındı. Faizleri silen bu aflar, borcunu ödemeyen firmalar için faizsiz kredi demekti. Devletine güvenip borcunu her ay ödeyenler için ise ceza manasına geliyordu. Ve çok büyük adaletsizlikti, güveni sarsan uygulamalardı.
Yatırım düşündüğü ülke topraklarında, yasalara ve adalete güvenmeyen yabancı yatırımcı ve müteşebbis bir işe kalkışacaksa yüksek kar ve garantiler peşine düşer. Kendi devletinde yatırım yapacak müteşebbis ise yasalara ve devletinin adaletine güven duyarak çalışır. Bir devletin kendi üretici, yatırımcı ve müteşebbisine zarar vermesi, ülkesinin ekonomisine zarar vermek manasına gelir. 15 yıl kadar önce ithalat rejiminde üst üste birkaç olayda yaşanmış bir problemi hatırlıyorum. Bazı malların ithalatına gerekçesi belirsiz kotalar getirilmiş ve bir gece çıkan bu karar ertesi gün ilave vergiler olarak uygulanmıştı. Devletine güvenerek o malı ithal eden iş adamları büyük zararlar gördüler. Hiçbir yasa ya da ilave vergi çıktığı andan itibaren uygulanamaz. Mutlaka bir süresi olmalıdır ki, yatırımcı hesabını yapsın işine gelmiyorsa getirmesin. Malın parasını ödemiş, serbest bölgede bekleten, yolda gemide malı olan vb. her yatırımcı malını millileştirmek için büyük bedeller ödedi.
Masa başında alelacele alınan keyfi kararların, sahada verdiği en ciddi zarar güven kaybıdır. Bu konuda verilecek örneklerin sayfalara sığması zor. Halbuki sahadaki insanların fikirleri, başarılı uygulamaların örnek alınması ve liyakatin önemi çok büyük. Ekonomi hassas bir konu. Devlet uygulamaları ile güven dağıtacak, hukuk ve adaletin terazisi şaşmayacak. Aksi halde ticarette ahlak ve dürüstlüğü mumla ararız.