Problemleri, onları üreten kafalarla çözemezsiniz. Albert Einstein’ın sözleri. Defalarca kanıtlanmış çok net bir gerçeğin yalın ifadesi.
Türkiye’de demokrasi, neredeyse başından beri yeterince anlaşılamamış. Milletvekillerini de bakanları da belirleyen aslında parti başkanı olan kişi. Tüm yetkiler o kişinin elinde, ona sormadan hiçbir iş yapılamıyor. Eğer o kişi doğru bir şeyler yapıyorsa gidiş iyi, yanlış bir şeyler yapıyorsa durum kötü. Bir ortak akıl arayışı, bilimsel bir sorgulama ya da liyakate saygı gibi kavramların hepsi görüntüde olsa dahi özde yok. Kişi demokrasiyi özümsemiş ise doğrular daha fazla, tersi ise yanlışlar kaçınılmaz olmuş. Hele ki uyaran denetleyen bir mekanizma da yoksa, sonuç malum. Sistemde performans değerlemesi de yok. Kötü sonuçların bedeli yeniden seçilememek. Peki yapılan hataların ekonomik bedeli ne olacak? Öde vatandaş öde. Özetle, yanlış olan her türlü suistimale açık olan sistem. İnsan karakterine endeksli bir sistemle yönetiliyoruz. Ve yazık ki yapılan hataları önleyecek mekanizmalarımız yok denecek kadar zayıf.
Gidin siyasi partilerin teşkilatlarında bir süre gözlem yapın. Seçim zamanlarında buralarda toplanan vatandaşları izleyin. Hepsinde durum aynıdır. Genelde işi gücü siyaset olan insanlardır. Ezici bölümü memlekete, topluma fayda üretmek için vermeye gelmemiştir. Amaç kendisine fayda üretmektir. Ekmeklerini burada aramaya gelmişlerdir. Konuşulan ise “Kaç çıkarırız?” Çıkarılacak milletvekili sayısının totosu oynanır. Herkes iddialıdır. Birbirlerini teşvik eder ve sonra da kendi ürettikleri hikâyeye inanırlar. Geçenlerde bir vekil, TV ekranını parti merkezi zannetmiş, %75 oy alırız diyerek bir örneğini yaşatmıştı.
Programlar yapılır, vaatler verilir. Nabza göre şerbetler hazırlanır. Hepsi ülkede kimin ne derdi varsa o konu üzerinedir. Siz hiç ülke gerçeklerine uygun, “Hep birlikte çekeceğimiz 5 yıllık sıkıntıya hazır olmalı, daha çok üretmeli ama daha az harcamalıyız. Borçlarımız ödenmeden bize refah yok. Bu 5 yıl sadece eğitime harcama yapmalıyız. 10 yıllık, 20 yıllık, 50 yıllık kalkınma planlarımızı yapmalıyız” diye propaganda yapan siyasi parti ya da lider gördünüz mü? Bütün politikalar, söylemler popülisttir. Ne yazık ki seçmenin büyük kısmı da bunu sever, bundan anlar. “Yalan söylemek” siyasetçi için sıradan olmuştur. Bir sonraki konuşmasında son söylediğinin tam tersini söylemek gayet normal sayılır. Yapmayacaklarını bile bile onlarca söz verebilirler. Daha da kötüsü kendilerini bile kandırabilirler. Henüz devletin imkanlarını dahi bilmeden, ciddi şekilde incelemeden yaparlar bunu.
Amaç öyle böyle koltuğu yakalamaktır. Sihirlidir o koltuk. İnsanın kendini uçan halıda zannetmesini sağlar. Aşağıya baktığında dünyayı küçücük görür ve her istediğini yapabilecek kadar güçlü olduğunu düşünmeye başlar. Uçan halı asla yere inmeyecekmiş gibi tavırlanır. “Ben devletim” diye bir düşünceye kapılır. Sadece personel olduğunu unutur.
Sandık gelir, seçimler olur, başbakanlar, bakanlar değişir. Ancak sistemi değiştiremiyorsanız kalıcı bir refah seviyesi hayaldir demek ironi sayılmaz. Çünkü sistem değişmeden kafalar değişmeyecektir.
Eğitim olmadan demokratik kültürü anlatabilmek dahi olanaksızdır. Koltuğu kaptırmamak için tavizler vermek, siyasi rant amacıyla devlet makamları dağıtmak, liyakati yok saymak, en masum haliyle ancak cehalet diye açıklanabilir. Siyasetçi devletin kasasını cebi zannedecek, hatalarının bedelini ödemeyeceğini düşünecek kadar rahat hissediyorsa, bunun gerekçesi de yine en masum düşünce ile aynı olabilir.
İşte bütün bunlar değişmeyecekse, ekonomi asla düzelmeyecek, arzu edilen refah seviyesi asla gelmeyecektir. 2023 Cumhuriyetimizin 100. yılı. Ve yeni bir seçim yapacağız. Bütün temennilerimiz ülkemiz ve tüm vatandaşlarımızın iyiliği, mutluluğu adına.