İkinci Abdülhamit 33 yıl hüküm sürmüş. Tahttan çekildiği yıl 1909. Sadece 113 yıl öncesi. İnsan hayatı için uzun, tarih bilimi için çok kısa bir süre. Ve kim ne derse desin, o yıllarda neler yaşanıp, neler kaybedildiğinin tam doğrusunu pek çok kaynaktan öğrenmek mümkün.
Mesela Abdülhamit 1876’da padişah olduktan bir sene sonra, tarihte 93 Harbi diye anılan Osmanlı-Rus harbi başlamış. Osmanlı, 1878’de biten savaşın ardından, dışarıdan alınmış ancak verimsiz alanlarda kullanılmış Osmanlı borçlarını ödeyemeyeceğini söyleyerek moratoryum ilan etmiş. Devamında yeni ödeme anlaşmaları yapılmış. 1882’de ise alacaklıların sıkıştırması ile, borçların tasfiyesi için 6’sı yabancı 7 kişiden oluşan Duyun-u Umumiye idaresi kurulmasına izin verilmiş ve bu kurum Osmanlı gelirlerinin üçte birini yönetmeye, yeni vergiler koymaya, tedbirler almaya yetkilendirilmiş. Böylece Osmanlı, bir manada hükümranlık haklarının bir bölümünü devretmek zorunda kalmış.
İkinci Abdülhamit sonrası Mehmet Reşat sadece 9 yıl ve sonrasında işgal altında kalan Osmanlı Devleti’nin son Padişahı Vahdettin sadece 4 yıl hüküm sürmüş ve Osmanlı çökmüş. Osmanlı borçlarının tamamı, Mustafa Kemal Atatürk döneminde taahhüt edilmiş, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri tarafından taksitlerle ödenmiş, mali bağımsızlık kazanılmış. 2020 yılı alım gücü değeri ile yaklaşık 363 milyar dolar dış, 57,8 milyar dolar iç borç.
Neticede hepsi bizim tarihimizde yaşanmış, yönetmiş doğruları, yanlışları ile tarihimize geçmişlerdir.
Bugün ise ülkemizin borcu 445 milyar dolar. TÜİK’in açıkladığı enflasyon yüzde 83’ün üzerinde. Osmanlı döneminin geçmişten alınması gereken dersler dışında, onca sorunla mücadele edilen günümüzde konuşulması ne fayda sağlar acaba.
1700’lerde İngilizler ilk buharlı makineyi icat etmiş, 1804’te ilk buharlı lokomotif hareket etmiş ve bu teknoloji 20. yüzyılın ortalarına kadar kullanılmış. Bugün gelişmiş ülkelerin hepsi raylı sistemi geliştiriyor ve taşımacılıkta kullanıyor. Dünyada ilk uçma deneyini başaran bir Türk. Hezarfen Ahmet Çelebi’yi hatırlarsınız. 1632 yılında kendi yaptığı kanatları takıp Galata Kulesi’nden boşluğa atlamış ve Üsküdar’a süzülerek inmiş. Zamanın padişahı 4.Murat, önce taltif ettiği bu mucitten, sonra çok bilgili diyerek çekinmiş ve Cezayir’e sürmüş. Biz ise 1926’da uçak üretmiş iken 1950’lerde vazgeçmiş, açtığımız uçak ve motor fabrikalarını kapatmış, eğitim seferberliğini, “işçilerim benden daha mı bilgili olacak?” korkusu ile engellemiş, pek çok alanda akıl ve bilim yerine cehalet ve hurafeyi tercih ederek, bilim ve teknolojinin gerisinde kalmışız.
Gerçeği, bilimi, teknolojiyi reddederek yaşayan toplumlardaki zulüm artık dünyadan saklanamıyor. Dünyanın en çağdaş dini İslam’ın kitabı Kuranı Kerim’in ilk emri “oku” derken, bilim ve teknolojinin gerisinde kalarak, insanca yaşam için yabancıya muhtaç olmak, başta ekonomi pek çok alanda geride kalmak, kendimize yaptığımız en büyük haksızlık değil mi?
Bir mikroçipe on binlerce kitap yüklense kaç gram gelir? Okunan on binlerce kitap kaç tondur? Bilim insanlığa sunulmuş aydınlık bir kapı. Geçersen zihnin, yaşamın aydınlanacak. Geçmez isen karanlığın ve zalimliğin kölesi kalacaksın.
Halide Edip Adıvar hatıratında ibret bir anısını anlatır. Birlikte geldikleri bir kasabada halk tarafından karşılanmayan Demirci Mehmet Efe çok kızar ve ilk görülenin asılmasını emreder. Otlaktan dönen genç bir çoban görülür ve derhal asılır. Çok üzülen Halide Edip, Efe’ye halka neden zulüm yaptığını sorar. Mehmet Efe,
“Yönetmek ya ilimle olur ya da zulümle. Bende ilim yok” demiştir.