Kira sözleşmesinin gerçekten var olup olmadığı ve içeriği; maddi hukukun veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının belirlenmesiyle mümkündür. Bu nedenle ispatın konusu, tarafların üzerinde anlaşamadıkları (HMK m.140/3) sözleşmeyle ilgili uyuşmazlığı çözüme bağlayacak çekişmeli vakıalar oluşturur (HMK m.187/1, c.ı). Maddi hukukta, bir hakkın doğumu veya son bulması, belli vakıaların varlığına bağlıdır. Sözleşmenin varlığı ve içeriğiyle ilgili uyuşmazlığın konusu yani, delilin konusu da söz konusu maddi vakıalar olup, bu vakıalar için delil gösterilir. Uyuşmazlık konusu olası sözleşmenin tarafları, kanunda öngörülen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahip bulunmaktadır (HMK m.189/I). Hakim, tarafların ispat hakkı çerçevesinde ibraz ettikleri (toplanan) bütün delilleri kararında tartışır, değerlendirir ve bundan çıkan sonucu kararına yazar (HMK m.297/I.c).[1] Kanunda aksine bir düzenleme öngörülmedikçe taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Genel kural olarak ispat yükü, önce davacıya düşer (TMK m.6; HMK m.90/I). Ancak bu kuralın bazı istisnaları da bulunmaktadır. Nitekim, aşağıdaki hallerde ispat yükü, hakkını bir vakıaya bağlı kılan değil, o vakıa aleyhine olan (karşı) tarafa aittir.[2] Söz konusu haller şunlardır; - Normal durumun aksinin ispatı, - İspat yükünün yasada belirlendiği haller, - Karineler. Ayrıca kaydetmek gerekir ki, taraflarca dayanılan delilerin de kesin delil (ikrar, kesin hüküm, senet ve yemin) ve takdiri delil (tanık, bilirkişi incelemesi, keşif ve uzman görüşü) olarak ikili ayırım halinde incelenebilir. Kira sözleşmesinin varlığı ve sözleşme ilişkisi yönünden dayanılan delillerin inceleme ve değerlendirilmesinde, maddi hukukun veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıalar dikkate alınır. Aynı görüşü benimseyen Yargıtay içtihat metni şöyledir;"Davacı ... ile davalı ... arasında 30.01.2008 başlangıç tarihli kira sözleşmesinin karşılıklı olarak feshedildiğine dair dosyada bilgi ve belge bulunmamaktadır. 01.01.2008 başlangıç ve 30.12.2010 bitiş tarihli kiraya veren ... ile kiracı ... arasında yapılan kira sözleşmesi ise 30.01.2008 tarihli 3 yıl süreli kira sözleşmesini teyit eder niteliktedir. Davalı ... tarafından davacı ...’a gönderilen 17.01.2011 tarihli .... Noterliğince düzenlenen ihtarnamede, “… isimli işyerinde kiracı olarak bulunmaktayım. Aramızda yaptığımız kira kontratı 30.01.2011 tarihinde sona erecek olup kira süresi uzatılmayacaktır…” şeklindeki ifadeden sözleşme ilişkisinin devam ettiği ve feshedilmediği de anlaşılmaktadır. Dosya içerisine giren 13.04.2006 tarihli ve 5 yıl süreli dava dışı ... ile yapılan kira sözleşmesinin tarafları ile davaya konu 30.01.2008 tarihli kira sözleşmesinin tarafları aynı olmadığı gibi, davalının işletmeyi yürütebilmesi için ...’a 14.01.2008 tarihinde vekalet vermesi, 07.01.2008 tarihinde davacı ile dava dışı ... arasında kira sözleşmesi yapılması şeklindeki ilişkiler taraflar arasında yapılan 30.01.2008 tarihli kira sözleşmesinin sıhhatini etkileyecek nitelikte değildir. Buna göre, taraflar arsındaki kira sözleşmesinin 30.01.2008 tarihli 3 yıl süreli kira sözleşmesi olduğu benimsenerek yapılacak inceleme sonucunda oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle istemin reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır."[3]
Çalışmalarınızda başarı, ailenizle birlikte esenlik ve mutluluklar diler, en içten saygılarımızı sunarız.
[1] Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, B.23, s.359
[2] Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, B.23, s.362
[3] Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 17.03.2016 Tarih, E/K.2084 - 2150 Sayılı İçtihat Metni, https://karararama.yargıtay.gov.tr (Erişim tarihi: 18.10.2024)