8 Mart Dünya Emekçi kadınlar gününü ve genel etkiliklerin olduğu bir haftayı geride bıraktık. Küresel ekonominin dinamikleri değişirken, kadınların iş gücüne katılımı hem ekonomik büyüme hem de toplumsal kalkınma açısından kritik bir öneme sahiptir. Ancak, kadınların iş gücüne tam anlamıyla entegre olmasının önündeki en büyük engellerden biri, geleneksel toplumsal roller ve köklü önyargılardır. Kadınların gelir getiren bir işte çalışmalarının, çoğu zaman maddi imkansızlıklardan olduğunun düşünülmesi, kocası iyi kazanan kadının çalışmasına gerek olmadığı bakış açısı, ev içi işlerin ve bakım sorumluluklarının hâlâ büyük oranda kadınların omuzlarına yüklenmesi, onların ekonomik hayata eşit şartlarda katılımını engellemektedir.
Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı, hâlâ gelişmiş ülkelerin oldukça gerisindedir. TÜİK verilerine göre, kadınların iş gücüne katılım oranı yaklaşık yüzde 35 seviyesinde olup, bu oran OECD ülkelerinin ortalamasının oldukça altındadır. Bu düşük oran, yalnızca kadınların istihdam edilmeme sorunu değil, aynı zamanda büyüme potansiyelimizin tam olarak kullanılamaması anlamına gelmektedir. Kadınların iş hayatına daha fazla katılım göstermesi, yalnızca bireysel refahlarını artırmakla kalmaz, aynı zamanda ekonomik kalkınmayı da hızlandırır.
Ancak kadın istihdamını artırmaya yönelik teşvikler, iş hayatındaki fırsat eşitliği politikaları ve kadın girişimciliğini destekleyen programlar ne kadar geliştirirse geliştirilsin, toplumsal zihniyet dönüşümü gerçekleşmedikçe gerçek anlamda bir ilerleme sağlanamayacaktır. Kadınların hem iş hayatında var olması hem de ev içi sorumlulukların büyük kısmını üstlenmesi beklenirse, bu sürdürülebilir bir model olmayacaktır. Üstelik, bu durum kadınların iş gücüne katılım konusundaki motivasyonlarını düşürmekte ve onları iş hayatından uzaklaştırmaktadır.
Ekonomik kalkınma, ancak tüm bireylerin eşit fırsatlara sahip olmasıyla mümkündür. Kadınların daha esnek, daha az yorucu ve yarı zamanlı işlerde çalışması gerektiğine dair inançlar, onların iş gücüne tam anlamıyla entegre olmalarını engelleyen önemli bir bariyer olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa dünya genelinde yapılan araştırmalar, kadın istihdamının artırılmasının uzun vadede ekonomik büyümeye olumlu katkı sağladığını göstermektedir. Kadınların üretime katılması, tüketim gücünü de artırarak ekonominin genel dinamiklerini olumlu yönde etkilemektedir.
Bu noktada, kadınların iş gücüne katılımını artırmak için yalnızca teşvik politikaları değil, aynı zamanda toplumsal rollerin yeniden tanımlanması gerekmektedir. Ev içi işlerin ve bakım hizmetlerinin sadece kadınların görevi olduğu algısı değişmeli, erkekler de bu sorumluluğu eşit şekilde paylaşmalıdır. Aksi takdirde, kadınların iş gücüne katılımı sürekli olarak bir “tercih” meselesi gibi algılanacak ve ekonomik bağımsızlık kazanmaları zorlaşacaktır.
Kadın istihdamını artırmaya yönelik politikalar geliştirilirken, toplumsal zihniyet değişiminin de teşvik edilmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Kadınların iş dünyasında hak ettikleri yerleri alabilmeleri için sadece işverenlere değil, tüm topluma büyük görev düşmektedir. Aile içi iş bölümü daha adil bir şekilde yapılandırılmadıkça, kadınların üstüne binen yük daha da artacak ve kadınların iş hayatına katılımının istenen düzeye ulaşması zor olacaktır. Kurulan kadın dernekleri, kadınların vizyonlarının ve kabiliyetlerinin arttırılmasına, bir arada kendilerini daha güçlü hissettiklerine imkan verdiği için çok kıymetli. Fakat artık erkeklerinde olduğu derneklerde sadece kadınların gelişimleri için değil, erkeklerin bakış açılarının değiştirilmesi için de faaliyetler yapılması gerektiği görüşündeyim.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle, kadınların iş hayatında daha güçlü bir şekilde var olmasını sağlayacak dönüşümlerin hızlanmasını temenni ediyor, kadın emeğinin ekonomiye kazandırılmasının önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun.