İki yüzlü tutuculuğumuz

Kişisel verileri koruma son zamanların en önemli konularından biri.

Özellikle şirket çalışanlarının bilgileri, şirketin mah­remi ve en önemli emaneti.

Bu verileri bilerek ya da bilmeyerek paylaşmak ise ciddi bir suç.

Bu konuları daha iyi anlamak ve uygulamak için şir­ket olarak bir uzmana başvurduk. İlk tanışmamız çok güzel geçti. Birlikte yemek yedik ve kitaplarımdan he­diye ettim.

Yazdığım “Arkası Yarın Mek­tuplar” serisinin beşini de diğer kitaplarımla birlikte verdim.

“Altıncısı ve yedincisi de bitti, yayına hazırlanıyor. Galiba ölene kadar da yazacağım” diye de ekledim. Daha sonraki ilk karşılaşma­mızda bana, “Eleştiriye açık mı­sınız?” diye sordu. “Efendim ne demek, bir şans sayarım” dedim.

Eleştirisi, bu seri mektuplarda kendi isimlerimizi vererek özeli­mizi ortaya serme ile ilgiliydi. Teşekkür ettim ve aldım sazı elime.

Bakalım ne söyledim: “Öncelikle çok teşekkür ederim. Bu seri hem günlük hem deneme hem de mektup gibi melez bir çalışma. Bana bunları yazmak çok iyi geliyor. Çocuklara kalsın istiyorum, torunlarım okusun istiyorum. Ve dahası daha çok yazmadı­ğım için kendime kızıyorum.

Dedemden bana değil, babama bile tek satır bir şey kalmamış. Yazın ne yer, kışın ne giyerdi bilmiyoruz. Mezar taşında da yazmıyor bunlar. Sadece kendi soyum değil herkes okusun isti­yorum.

Yazan toplumlar, okuyan toplumlar, bilen toplumlar, ders alan toplumlar böylelikle balık hafızası olmayan toplumlardır. Hem sonra ben mah­rem bir şeyimizi yazmıyorum ki! O günü, o andaki duygu ve düşüncelerimi yazıyorum. Tabii ki kendi ya­saklarım var (otosansür). Siz görüyorum ki bunu bile ye­terli bulmuyorsunuz. Benim yazdıklarımı ifşa olarak görü­yorsunuz!”

Biraz duraksadı. Sonra, “Yine de başka isimle yazsaydınız keşke,” dedi.

Baktım ki anlaması güç! “Beyefendi bir dönemin en önemli devlet adamlarımızdan Enver Paşa’nın eşine yazdığı mektuplar var. Özlemle dolu. Bir erkeğin eşine yazdığı özlem dolu mektuplardan mahrem ne var? Zaten benim çıkış nok­tam da eşimle ilk zamanlardaki mektuplaşmalarımız oldu. Enver Paşa’ya dönecek olursak. Çok dindar ve ge­lenekçi biri. Ama mektuplarını şimdi her­kes okuyabiliyor. İyi ki de okuyor. Biz oradan gerçek insana ulaşıyoruz. Paşa Enver’e değil, insan Enver’e.”

Bu sözden sonra biraz kem küm etti.

Bana söyleyecek lafları vardı kursa­ğında kaldı eminim.

Ama benim de ona verilecek çok hazır cevabım vardı, us cebimde duran.

Umarım bu konuyu onunla bir daha konuşmam.

Konuşursak biraz yüksek perdeden konuşacağımı, iki yüzlü tutuculuğu­muzu da yüzüne vuracağımı adım gibi biliyorum!