Enflasyon ve para biriminin yargıya etkileri

Bir ülkenin parasının satın alma gücündeki kısa-orta vadeli dalgalanma ve değişimler, o ülke­nin tüm ekonomik-sosyal dengelerini sarstığı gibi, özel hukuk alanında adalet mekanizmasını ve sistemini de alt üst edebiliyor. En canlı ve belki de medeni ül­kelerdeki buna tek örnek Türkiye.

Sadece para biriminizin dengesizce değer kaybet­mesiyle ve buna bağlı verilerin değer kaybıyla örtüş­memesiyle; adalet mekanizmasının tüm kural ve kurumları vatandaş gözünde değersizleşebiliyor. Kur­duğunuz ve vatandaşın güvenini istediğiniz o “yüce adalet” sorgulanır oluyor.

Sağlıkta örnek biçimde sıkça dillendirilir... 1’in sa­ğına bir sıfır ekleyin. Adalet sarayları, bir sıfır daha yetkin hakimler, bir sıfır daha kanunlar, sıfırları çoğaltın, sağda iyi uygulayıcı­lar, mekanizmalar... Ama enflasyon ve para biriminin kor­kunç boyutlarda değer kaybetmesi neticesinde, 1 raka­mını kaldırdığı­nızda, sağındaki sıfırlar bir anlam ifade etmiyor. Sonuç yine, koca­man bir sıfıra kalı­yor.

Konuyu açarak birkaç örnek daha verelim. Hukuk fa­kültelerinde ders kitaplarında pek yer almaz ama sa­hada can alıcıdır bunlar.

2018 yılında B kişisi tarafından A kişisine karşı, A kişi­sinin malik olduğu 10 dönümlük tarlası için bir önalım (şufa) davası açıldı varsayalım. Dava, 1 milyon TL de­ğerde olsun. Bu davanın yargılaması, istinafı, Yargıtay süreci derken ülke ortalamamızda en iyi ihtimalde 5 yılda neticelendiğini de varsayarsak, arazisi elinden giden A kişisinin 2023 ortasında eline geçecek değer 1 milyon TL’nin mahkemeye yatırıldığı günden itibaren neması (değişken 3’er aylık faiz) ile bir­likte maksimum 1.8 milyon TL olacaktır. Oysa 2018’deki 1 mil­yon TL tutarın 2023 ortasındaki satın alma gücü karşılığı, hele ev arsa gibi ta­şınmaz piyasasında 8-10 milyon TL’den aşağı değildir. So­nuçta yolu mahkemeye düşen vatandaş, salt davanın uzamasından ve enflasyon değerlerinin faiz gibi veri­lere yansımamasından kaynaklanan biçimde hakkının %80’inden, belki de hayatını verdiği emeklerinin karşı­lığından olmuştur.

Yine, bankadan teminat mektubu temin edemeyen herhangi bir şirket ya da şahsın, aleyhteki bir alacak ya da tazminat kararının icrasını durdurabilmek için İcra İflas Kanunu 36. maddesine göre nakit teminat yatırdı­ğını düşünelim (aksi yönde istinaf kararları gelmeye başladı, ancak genel uygulamada bu paraya üçer aylık faizler de işletilmemekte). İstinaf-Yargıtay derken geçe­cek beş yıllık süreçte yatırılan paranın satın alma değeri %80 azalırken, icra dosya alacağına da %9-12 arası faiz tahakkuk ediyor. Sonuçta dosya alacaklısı da hele borç­lusu, salt gecikmeden ve ekonomik konjonktürden do­layı, külliyen telafisi zor zarardadır.

Alacağını vadesinde elde edemeyen alacaklının, borçlusu olan devlet ya da özel şahıslara karşı faizin karşılamadığı zarar kalemleri olan “Munzam zarar” davası ileri sürme hakkı var, evet. Ancak, bu da­vada da bazı yargı yerleri, dava açanın “özel zarar görüp görmediği” üzerinde durmaya devam ediyor. Hoş, munzam zarar davasının kendisi de yıllara ya­yıldığı için, esasında anlamsızlaşıyor.

Sahadan verilebilecek yüzlerce örnekte, para birimi­nin dengesiz biçimde değer kaybetmesinin adalet me­kanizmasını ve vatandaştaki adalet algısını, düşüncesini felç ettiği, bu yönü ile de adaletin beka sorunu haline geldiğini belirtirsek abartmış olmayız. Avrupa’sı, Amerika’sı, Japonya’sı, bu kader ve kavram­larla henüz tanışmadı. Davaları on yıllar sürse de para birimleri bir “anlam” ifade ediyor, yani hak ye­rini buluyor. Bizde ise salt enflasyon, enflasyonun verilere yansıtılmaması, çok uzaya dava etkisi ile, HAK YERİNDEN ŞAŞIYOR. Dünya yüzünde salt bu fa­sıldan mağdur olan bizden başka millet azdır.

Bu gerçeklikten hareketle uzlaşmazlıkları -özellikle ülkemizde- her tür karşılıklı özveri ile masada, hatta arabuluculukta bitirmekte yarar var. Hem ne demişler. Her tür anlaşma mahkeme kararından iyidir.

Saygılarımla.