Doç. Dr. Özge Öner, kısa bir süre önce Halk TV’de bir sabah programına konuk olmuştu. Programda Türkiye’nin ekonomik ve siyasi durumu değerlendirildi. Sayın Öner o programda, 2027’ye kadar dişimizi sıkarsak dahi ekonomide toparlanma beklemediğini, Türkiye’de kurumsal bir çöküş olduğunu, bu durumun mevcut rejimin ötesinde devlet yapısını zayıflattığını, toplumda geleceğe dönük pozitif beklentilerde erozyona neden olduğunu, kamu kaynaklarının plansız ve keyfi şekilde harcanmasının bir takım ekonomik aktörleri mutlu edebilmiş olsa da, bu paylaşımın halkın büyük kesiminin dertlerine ilaç olmaktan uzak olduğunu, ülkenin refahından çok siyasi beklentilere hizmet eden bazı uygulamalar olmasının sıkıntıları önümüzdeki dönemde yaşanacak problemlerin habercisi niteliğinde olabileceği endişesi ifade etti. Önümüzdeki dönemin aynı zamanda kaynağın tükenmesinin, denizin bitmesinin işaretlerini de taşıdığı söylendi.
Doç. Dr. Özge Öner, “Ben dürüst olmak gerekirse, Türkiye’de köklü bir değişiklik olmadan ekonominin tam anlamıyla toparlanamayacağına en başından beri inananlardanım. Çünkü ekonomi ancak değişimler ile nefes alır” diyor.
Kısaca incelendiğinde bile, bu genç akademisyenin uluslararası alanda saygı gören, pek çok prestijli ödüle sahip bir iktisatçı olduğunu, İsveç, İngiltere ve ABD’ de Cambridge, Illinois gibi saygın üniversitelerde taktir görmüş araştırmalara imza attığınu, dersler verdiğini ve pek çok düşünce platformunun yazar kadrosunda yer aldığını görebiliriz.
Televizyondaki sabah programında söyledikleri ise üzerinde dikkatle düşünmeye ve değerlendirmeye alınması gereken konular gibi görünüyor. En azından farklı bir bakıştır ve tartışılmaya değer olduğu muhakkak. Kaldı ki bugün ülkemiz, 125 ülkeden 136 değişik gıda ürünü ithal ediyor. Tarım ve hayvancılıktaki üretim kaybı, kendimize dahi yetemediğimiz boyutlara ulaştı. Halkın büyük bölümü açlık sınırında gelirle hayatta kalma mücadelesi verirken, enflasyon oranları düşmüyor. Özellikle son zamanlarda Türkiye gündemini işgal eden konularla kısmen örtüşen gelişmelere bakılınca, ekonomik gidişi daha farklı açılar ile de değerlendirmek mümkün. Örneğin, şu son TÜİK davasını ve enflasyon değerlendirmesine konu kriterlerin açıklanmak istenmemesinin (daha önce halka açık olarak değerlendirilen kriterler) nedenleri ne olabilir diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Mevcut iktidarın, ekonomideki bu zor günlerden çıkışının anahtarı belki de açıklık, doğruluk ve samimiyet olabilir. Enflasyon canavarı ile yapılan mücadele önemli bir sekteye uğradı. Son iki senenin kazanımları ne yazık ki birkaç haftada kaybedildi. Bu önümüzdeki günlere nasıl yansıyacak göreceğiz. Şu an en büyük ihtiyaç, halkın güvenidir. Bu kazanılmadan ekonomide dengelerin pozitife dönüşmesi mümkün görülmüyor. Bu manada en azından açıklık ve samimiyet çok zorda olsa önemli bir değişim sayılabilir. Bir süredir ülkemizde yaşananlar ders niteliğinde tecrübeler. Ve ekonomimiz kalıcı şekilde sağlam ayaklar üzerinde dursun istiyorsak, siyaset sisteminde önemli reformlar gerektiği çok net olarak ortada.