Düşen İngiliz uçağındaki Türkler ve bir aile dramı – 2

Hemen fırlıyorum, şoför evi biliyor, hiç bekle­meden eve ulaşıyoruz. Gece sanırım saat 23.00 sıraları, arka bahçeye geçiyoruz, ağaçlar, yansıyan ışıkları kesiyor biraz karanlık ama tırma­nacağım birinci kat penceresini görebiliyorum. Alt kattaki pencere demirli, tarif edildiği gibi bu de­mirlere basarak, üst kat penceresine tutunuyo­rum, Aycan Bey’in belirttiği yatak odasının pence­resi açık, iyice tutunup kendimi yukarı çekiyor ve pencereden içeri atlıyorum. Oda karanlık, önce elektrik düğmesini, sonra tarif edilen çekmeceyi, kısa bir araştırmadan sonra da pasaportu buluyo­rum.

Sevincim sonsuz, evden aynı yolla çıkıyorum, hemen araca atlayıp Esenboğa Havalimanı’nın yo­lunu tutuyoruz. Şoförümüz sanki uçuyor, ama yol o za­manlar bir saat sürüyor, hiç ko­nuşmuyoruz, sadece dua edi­yoruz. İnşallah uçak bekletilmiştir, yoksa her şey mahvolacak.

Nihayet havalimanına ulaşı­yoruz, araç İç Hatlar kapısında durur durmaz atlıyorum; Elimde pasaportla upuzun ko­ridorda koşmaya başlıyorum ama sanki hayat dur­muş, hiç ses yok. Geçtiğim bütün kapılar açılıyor, sanki herkes beni tanıyor, kimse bir şey sormuyor, bir film sahnesi gibi!.. Koridorun sonunda, alana açılan son kapında bir pilot bekliyor; Bir an önce ulaşmam için elini uzatıyor, hiç konuşmuyoruz, Bayrak yarışı gibi, pasaportu kapıyor ve apronda uçağa doğru koşmaya başlıyor!..

Türk Hava Yolları’nın İstanbul uçağı kalkmak üzere, sadece pasaportu bekliyorlar. Teşekkürler Türk Hava Yolları, teşekkürler tüm görevliler ve te­şekkürler hiç itiraz etmeden uçakta bekleyen sa­yın yolcular.

Vardığım son kapıda durup, hemen hareket eden uçağın kalkışını izliyorum. Sonra sessiz adım­larla koridoru geçip aracımıza biniyorum. Havali­manından buruk bir sevinçle TRT’ye geri dönüyo­ruz. Pasaportu bulup uçağa yetiştirdiğimiz için mutluyuz…

Aycan Bey o gece Zagrep uçağıyla kaza bölge­sine ulaşıyor; herkes yakınlarını bulmaya çalışıyor, ama bu samanlıkta iğne aramak gibi bir şey. Çünkü enkaz çok geniş bir alana dağılmış.

Ölenlerle ilgili en küçük ayrıntı çok önemli. Nö­betçi Müdürümüz Hüsamettin Ünsal Londra’yı arı­yor. Aycan Bey’in eşini ve 5 yaşındaki oğlunu o sa­bah uçağa bindiren kayınvalidesini buluyor; Anneanne telefonda, giydikleri elbiseleri, renkle­rini, desenlerini, Kerem’e giydirdiği iç çamaşırlarının çiçeklerini anlatıyor!..

Sonuçta kaza bölge­sinde bulunabilen bütün parçalar toplanıyor, İnci Giritlioğlu ve küçük Ke­rem’in cenazeleri de, öteki 23 Türk vatandaşıyla bir­likte yurda getiriliyor.

Ülkemiz yasta, ertesi gün bir çok yerde cenaze törenleri düzenleniyor. İnci ve Kerem Giritlioğlu için de Kavaklıdere’deki TRT binası önünde sessiz bir tören yapılıyor; tabut­lar masanın üzerine konuyor, Kerem’in küçücük tabutu annesinin yanına yerleştirildiğinde, TRT bi­nasının pencerelerinden aşağıya çiçekler yağmaya başlıyor, törene katılanlarsa artık gözyaşlarına en­gel olmuyordu!..

Tanrım kimseye böyle büyük acılar yaşatmasın”

Daha sonra meslektaşı Tomris Giritlioğlu ile ev­lenen ondan boşanan Aycan Bey, tam 46 yıl bu acıyla yaşadı ve hayata tutunmayı başardı. Geride oyuncu olan oğlu Ilgaz kaldı. Ruhu şad olsun.