21. yüzyılın henüz başlarındayız. Ancak dünya öyle bir hızla dönüyor ki ona yetişmek için koşmak bile yetersiz kalıyor. Bizim durumumuzdaki ülkeler için durum daha da karmaşık. Bir ayağımız ileri ülkelerin kulvarındayken, diğer ayağımız birkaç yüzyıl arkadan geliyor.
Bu çelişkiyi nasıl aşabiliriz diye devletimiz, okullarımız, basınımız, sivil toplum örgütlerimiz çaba harcıyor. Peki gelişmeler nasıl gidiyor? Bazı dallarda iyiyiz, hatta çok iyi olduğumuz dallar da var. Ama bu yüzyılımız bir değerlendirmeye göre bilişim, iletişim ve ulaşım çağı. Neden ulaşım konusu öne çıkıyor bunu biraz açalım.
Tüm dünyada, doğal olarak ülkemizde de köyden kente göç hızla çoğaldı. Artık halkımızın kentli oranı %80’ler civarında. Bu oran 80 yıl önce %20’lerdeydi. Köyden kente göçün nedenleri konusunda makaleler, kitaplar yazıldı. Analizler yapıldı. Yapılmaya da devam edecek. Ancak bu sonucun yarattığı pek çok sorunun içinde ulaşım ciddi bir sıkıntı oluşturuyor.
Öncelikle; zaman kaybı, yakıt harcaması, çevrenin hırpalanması, yanlış yapılaşma, kültürel uyumsuzluk ve daha pek çok faktör. Ulaşımla ilgili özellikle büyük kentlerde sürekli çözümler üretiliyor, uygulamalar gerçekleştiriliyor ve yüklü ödemeler yapılıyor. Ama bakıyorsunuz yolda geçen süre azalmıyor. İlk göze görünen çözümler; metro, raylı sistem, tramvay, metrobüs. Bunların tümü İstanbul’da mevcut. Özellikle son yıllarda İstanbul’daki metro inşaatları dünya ölçeğinde ön sıralarda. Ara sıra gittiğim İstanbul’da yolda geçirdiğim süre bir türlü azalmıyor. Çünkü İstanbul devamlı göç alıyor. Bir de sığınmacılar sorunu var. Devlet özellikle büyük kentlerin merkez nüfuslarının artmasını dengeli bir sınırda tutmalı. Bu, gelişmiş ülkelerde sağlanabiliyor.
Yöneticilerimize göre, biz geliştik. Hatta uzay seyahati için bile sıraya giriliyor. Şaka değil, gerçek. O zaman; bu yanlış gidişe de bir çözüm uygulayalım. Tersine göç için önlemlerimizi alalım. Köylerimizi, kasabalarımızı öksüz olmaktan kurtaralım. Bu hem kentsel yığılmayı önleyecek hem de özellikle genç işsizliğe çözüm için bir adım atılmış olacaktır.
Yıllar önce bir Alman mühendisle yaptığım sohbette bana şunları söylemişti. Almanya’da büyük kent merkezlerinde apartmanda yaşayan bir orta gelir grubundaki kişinin tüm hedefi kente makul mesafede köyde bir eve sahip olmaktır. Apartmanda yaşamayı sefer tasında yaşamak gibi tanımlamıştı.
Ülkemizdeki büyük kent merkezlerindeki yığışma, gecekondular, yüksek katlı binalar, anormal kiralar, artan emekliler, gittikçe azalan alım güçleri tam bir kaos görünümü veriyor. Çözüm için merkezî yönetimin makro düzeyde çözüm uygulaması gerekiyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız var ama her iki konuda da dişe dokunur bir gelişme görmüyoruz.
Biraz karamsar bir yazı oldu ama maalesef gerçeğimiz bu. Gelecek yazımda ulaşımın teknik yönlerine değineceğim. Biraz daha olumlu bir yazı olacak...