Orta Asya’dan kıtlık ve ağır iklim koşullarından kaçarak Anadolu’ya ulaşmış olan ecdadımız bu cennete sahip olabilmek için büyük mücadeleler vermiştir.
Zamanla sel, yangınlar, heyelan, çığ, deprem v.b. afetlerin bu topraklarda yüzyıllardır can almış olduğunu öğrenmek durumunda kalınmıştır.
Bu noktada depremlerin Anadolu tarihinde çok önemli bir yer tuttuğunu söylemek durumundayız. Arkeolojik alanları gezdiğinizde yerleşim yerlerinin hep bir depremle sonlandığını öğreneceksinizdir.
Antik şehirler doruğa ulaştığı noktada büyük bir deprem yaşamış, şehir yıkılmış ve sonrasında insanlar o yerleşim yerini terk etmiştir. Şu an deprem bölgesini terk eden bazı vatandaşlarımızın yaptığı gibi…
Ancak Anadolu tarihinde bu sefer bir farklı bir durum söz konusudur, insanımız…
Anadolu’yu kendisine vatan eden insanımız her türlü zorluğa rağmen bu topraklara sahip çıkacaktır. Doğa kendisine hangi tokadı atarsa atsın ayakta kalmayı başarmaktadır.
Kahramanmaraş Depremi’nde 40 binin üzerinde insanımızı, bir başka deyişle 2000 insanımızdan yaklaşık birini kaybettik. On beş gün içerisinde deprem bölgesinde yaklaşık 11 bin bebek dünyaya geldi.
Tamam, doğaya meydan okuyabilen inatçı bir toplumuz ancak önemli eksiklerimiz vardır.
Ders almak gibi bir huyumuz yok, sanki başımıza hiçbir şey gelmeyecek gibi yaşamaktayız.
Ne olursa olsun eskiden yaşananları unutup, hayata devam etmekteyiz.
Artık bu davranışı terk edip, bırakın afetlerden zarar görmeyi, bu durumu lehimize çevirmeyi bilmeliyiz.
Türkiye neden en güvenli yapı tekniklerinin geliştirildiği ve dünyaya bu tecrübelerini transfer eden bir lider ülke olmasın?
Yine ülkemiz arama-kurtarmada yeni teknikler geliştirerek, bu alanda teknoloji ve eğitim hizmetlerini yurt dışına satan bir seviyeyi yakalamasın?
Bakış açımızı değiştirerek ve kaynaklarımızı verimli kullanarak afetleri yönetebilir, sözünü ettiğimiz seviyelere çıkabiliriz.